Güzeller güzeli acıların kadını: Bergen
Trajik bir serüvenin sonunda 1989’da yaşama genç yaşta bir cinayetle veda eden arabesk sanatçısı Bergen’in öyküsü sinemada ilk kez 1995’te Canan Gerede tarafından ele alınmıştı. Gerçi Gerede “Asla Bergen’in hayatı değil. Senaryo bana ait. Bergen’e göndermeler olabilir ama asla Bergen’in hikayesi değil. Bergen’in yaşamındaki şanssız olaylardan esinlenerek yazdım senaryoyu. Hepsi bu. Zaten filmi izlediğinizde de anlayacaksınız” (Sinema dergisi, Şubat 1995) demişti ama “Aşk Ölümden Soğuktur” beyazperdedeki ilk Bergen filmi olarak geçti kayıtlara. 27 yıl sonra ikinci bir film, Caner Alper ve Mehmet Binay ikilisince yönetilen “Bergen” var karşımızda.
Milyonların gönlüne taht kurmuş arabesk sanatçılarının yaşamlarının perde gerisine göz atan “Müslüm” ve “Dilberay” gibi filmlerin ardından “Bergen” de biyografik olma iddiasıyla öne çıkan bir yapım. Ortada bir cinayet ve cinayetin öncesinde de çok sancılı bir kesit olduğu için bu kez daha “filmlik” bir öykü, hatta istense bolca mendil ıslattırabilecek bir dram söz konusu. Ama belli ki senaryoyu kaleme alan Yıldız Bayazıt ve Sema Kaygusuz’un öncelikli amacı seyirciyi ağlatmak değil, mümkün olabildiğince bütünlüklü ve etkileyici bir portre oluşturabilmek. Filmin bu amacına ulaştığını peşinen söyleyelim.
NORVEÇ KENTİNDEN GELEN AD
Canan Gerede’nin filminde gerçek adı Belgin olan genç kız, İstanbul’da bir pavyonda dansözlük yapıyordu. “Bergen”de ise Mersin’de yaşayan yetenekli bir konservatuvar öğrencisi görüyoruz. Zaten iki film arasında sahne adını Norveç’in Bergen kentindeki bir müzik aletleri firmasından alan genç kızın gerçek adının Belgin olması dışında çok az ortak nokta var.
Belgin’in annesi, hayırsız eşini terk ediyor ve en küçük kızıyla birlikte Ankara’ya yerleşiyor. Yedi kardeşten biri olan Belgin ise kendisiyle yıllarca ilgilenmeyen babasını hiç terk etmiyor. Ankara’da sahneye çıkmaya başladığı için okulu bırakmak zorunda kalıyor. Yaz sezonunda Adana’nın nezih pavyonlarından birinde şarkı söylemeye başlaması, aslında sonun başlangıcı anlamında ilk adım oluyor ve başına bela olacak dengesiz bir adamla tanışıp annesinden ayrı bir eve taşınıyor.
OYUNCULUK ZİRVESİ
İlk yarım saatlik bölümü tuhaf biçimde sarkastik ve ritimsiz biçimde ilerleyen, açıkçası içimden “Eyvah!” dediğim 140 dakikalık “Bergen”, sonrasında başarıyla derlenip toparlanıyor, başta Farah Zeynep Abdullah ve Erdal Beşikçioğlu olmak üzere Tilbe Saran, Nergis Öztürk gibi isimlerin de adeta gövde gösterisine dönüşen “oyunculuk zirvesi” boyutuna bürünüyor. Bergen’i canlandıran ve filmdeki tüm şarkıları da bizzat seslendiren Farah Zeynep Abdullah ile Bergen’e âşık belalı sevgili-koca-kumarbaz-katil rolündeki Erdal Beşikçioğlu, sanatçının “Güzeller Güzeli” döneminden “Acıların Kadını” dönemine geçişini üst düzey performanslarla aktarıyorlar seyirciye.
1965-1989 arasında geçen yılları her nedense dönem Türkiye’sinin ayrıntılarına pek dalmadan işleyen, Bergen adının gazino afişlerinde Bülent Ersoy, Müjde Ar, Füsun Önal’la birlikte yazıldığı pavyon-gazino kültürünü gerçekçi biçimde yansıtan iyi cinsinden bir “Bergen’e saygı filmi” çekmiş Alper ve Binay. 8 Mart’a yaklaştığımız şu günlerde kadına şiddeti protesto eden ve net biçimde aktaran yönleri de alkışlanacak türden. Bergen’i yaşamdan koparan altı kurşunun sahibi Halis Serbest’in oldukça kısa süren kaçaklık ve cezaevi yıllarının ardından şimdi aramızda serbestçe dolaştığını da unutmadan ekleyeyim.