Hadi ordan, ay karanlık!
Rüya kaderdir, deyip gitti. Ellerindeki sabun kokusu bana leylaklı bahçeyi çağrıştırıyordu. Oysa biliyordum ki; rüyalar yalan olsa da, rüya tabirleri kitabına bakmak alışkanlığıydı insanların.
Rüyaları yürek sağaltıcı bulduğum çağlardaydım. Birine sorsanız, size rüyanızı yorumlayabilirdi. Ama o “biri” nin arayışındansa; kendi rüyanızın kader / keder bilicisi olmak daha yeğin geliyordu nedense zamane insanlarına.
Bu kez, bir kâbus değildi gördüğün rüya; yorum şifreleri vardı elbette gene: göl, mor renkler içinde lavanta tarlası, ardına düştüğün çakır mavisi gözlü kadın ve bir de elinde bir divit kalem yazabileceği kâğıdı arayan ak giysili derviş...
Şaşırıyorsun onun şairin dizelerini ezbere okumasına:
“Maviye / Maviye çalar gözlerin, / Yangın mavisine / Rüzgârda âsi.”
Sonrasını unutmuşçasına bakıyor gözlerine; “sen de yaz,” diyor, “göreceğin rüyayı...”
Uyanınca, defterine yazdıklarına şuradan devam ediyorsun:
Her türlü gücün güçsüzleştirildiği bir çağdayız.
GÜÇ VE ÖZ
“Küresel güç” adı altında dünyaya egemen olmaya çalışan siyasi / ekonomik politikaların tek bir sahibi, hedefi olmadığı gibi; belirsiz bir dünya / zaman yaratmak için yola çıkıldığının göstergesi olaylarla tanımlanması da manidar.
Belli aktörler de illüzyonlaştırılarak bu “güç”ün hizmetine verilir.
Kendilerini bu küresel gücün bir/er varlığı olarak görmeleri ise, onlara biçilen “iyilik”/ “kötülük” rolleriyle tanımlanır.
Oysa egemen olan, bir tür hegemonya kurandır asıl belirleyici. Sermaye gücü her şeyi kontrol edebildiğine göre; siyaset de bunun güdümünde yol alır.
Evet, bir değiş tokuş çağındayız.
Savaş ve sömürülerin biçimi değişse de, özü hiç değişmemiştir.
“Yeni dünya düzeni” adı verilen süreçte, dengelerin değişmesiyle, “küresel güç” odakları (sermayeden yana) çoğaldığı gibi; tek kutuplu bir dünyalılaşmanın terörizm çağını başlattığı söylenebilir.
ÖZEL YAŞAMIN DÜŞMANLARI
Aslında bireysel özgürlükler çağı diye nitelendirebileceğimiz “1968 olayları” bir tür bunun provasıydı. Taşan enerjiyi, toplumsal muhalefeti dönüştürme bu geçişin zeminini oluşturmada bir adımdı.
“Şiddet” bunun ön yolu, uygulama alanıydı. Burada devreye giren ise, sermayenin denetlediği 4. Güç medyaydı. Hayatın her alanında işler kılındı.
Hatırlayalım “Watergate skandalı”nı (1972-74), ABD devlet başkanı Nixon’ı istifaya götüren süreci.
Kızılordu Fraksiyonu, Baader-Meinhof Gurubu Almanya’nın radikal sol örgütünün eylemlerini, İtalyan Kızıl Tugaylar’ını (1970)... İtalyan Başbakanı Aldo Moro’yu kaçırıp öldürenleri...
Ve Türkiye’de PKK’nın ortaya çıkarılış sürecini, eylemlerini düşünelim. Şimdi de “İslâmî” şapkalı radikal dinci örgütlerin zamanındayız. Küresel güç bu yeni dünya düzenini adım adım biçimlendiriyordu.
Odak noktası “terörizm” olan güç, bir adım sonrasında insanların özel yaşamlarına, bireysel hak ve özgürlüklerine de müdahale edecekti. İçtiği sudan yediği ekmeğe, yaşadığı sokaktan geçtiği yola, aldığı eğitimden inandığı hukuk sistemine kadar her şeyin içindeydi artık. Çünkü ona meydan okuyacak bireyi istemiyordu.
Jean Baudrillard bunu, “kapitalizmin silahlı müdahalesi” olarak tanımlıyordu. Ki, ardından gelen; “egemenlikten hegemonyaya geçiş” asıl belirleyici olandı.
Siz ve ben, hâlâ rüyadaydık; oysa tarih bunları yazıyordu gün gün, umursamıyorduk.
“Hadi ordan, ay karanlık” demek de sizi / bizi rüya yorumcusu kılmaya yetmeyecek, bunu unutmayın...