‘Haftaya babacığım unutma Ülker getir’
Geçen haftaki Ülker’le ilgili yazım üzerine, ilgili şirketten(Yıldız Holding) bir mektup aldım. Önce, okumamış olanlar için yazımı özetleyim. Ülker’in futboldaki sponsorluğunu (destekleyiciliğini) sonlandırma kararı aldığını açıklamasından hareketle; markanın, geçmişte kamuoyunda yaygın “İslamcı-muhafazakâr” imajını değiştirebilmek adına, sporu/futbolu kullandığı ve amacına ulaştığını varsayarak da geri çekilmeye karar verdiği kanaatinde olduğumu belirtmiştim.
Gelelim mektuba... Kısaca; 40 yıldır sporla haşır neşir olduklarından söz edip, bunları da yaptık, şunları da başardık diye devam eden ve bunları yazmazsanız okurlarınız yanılmış olur mealinde bir metin. Bunlar da o kategoride mi, bilmiyorum... Çoğu firmanın, reklam bütçelerinden aldıkları güçle, medyada kendilerine güzelleme yaptırma geleneği olduğu bilinen gerçek; lâkin, kime dikte edeceklerini karıştırırlar bazen.
Esas can sıkıcı olan, okuduklarını anlamamış olmaları. Yazı, “İslamcı imajın silinmesi” temelinde şekillenmişken; gelen cevapta, bu konuda tek satır yok. “Evet öyledir” veya “Hayır değildir” dememişler. (Demek ki saptama doğru!) Onun yerine, 9 kez “çocuk” kelimesini kullanmışlar. Spordaki farklı projelerle, 272 bin çocuğa ulaştıklarını, değdiklerini söylemişler.
Kendi adlarına doğru olanı yapmışlar. Gazoz, çikolata, bisküvi satan mahalle bakkalının bile hedef kitlesi çocuklardır. Soru şu: Ticari bir kuruluş olan Ülker, bunca eziyete ve masrafa Türkiye için, sporumuz için, çocuklarımız için mi giriyor, yoksa kendisi için mi? Elbette kendisi için!..
Stratejisini “çocuk” ve “mutluluk” kavramlarına dayandırırken ne düşünüyorsa, sporu aracı kılarken de aynı temel hedefin peşinde: Kâr... Daha çok kâr... “Spor” da, “sanat” da, bu hedefe aracılık eder, markaya sadık nesiller yetişmesinin katalizörü olurken, nasiplerine düşen kırıntılarla avunuyorlar sadece.
Kapitalizmin değerleri açısından bunda yadırganacak bir şey ya da bir aykırılık yok. Ama samimiyetsizlik işin içine girince durum değişiyor. Çocuklara bu kadar değer veren (!), onlar için oluk oluk para harcadığını, çok önemli projeler gerçekleştirdiğini vurgulayan Ülker’in samimiyetini bambaşka bir açıdan test etmemiz faydalı olabilir.
Yıldız Holding’in, ABD’li Cargill ile ortak olduğu bir şirketi daha var: Pendik Nişasta... Bu fabrikada, nişasta ve glikoz şurupları üretiliyor. Glikoz şurubu; mısır şurubu, şeker şurubu, nişasta bazlı sıvı şeker, fruktoz şurubu olarak da adlandırılıyor.
Sakkaroza (bitkisel şekere) kıyasla üçte ikiye yakın ucuz olması ve bir dizi fonksiyonel avantajı nedeniyle; baklava, keşkül gibi şerbetli ve sütlü tatlılar, dondurmalar, meyve suyu, kola, gazoz ve aromalı maden suları, gofret, çikolata, bisküvi, kek ve pastalar, fındık, fıstık ezmeleri, reçel, ciklet kısacası tatlı olarak tüketilen hemen her paketlenmiş gıda mısır şurubu kullanılarak üretiliyor. Ülker’in ürün gamı, neredeyse tamamen bu kapsamda yer alıyor.
Nişasta bazlı sıvı şekerlerin sağlığa etkileri konusunda çalışmalar yapan bilim insanlarımızın ve meslek örgütlerinin makale ve açıklamalarını araştırdım. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı’ndan Prof.Dr.Ahmet Aydın, İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Dahiliye Bölüm Başkanı Prof. Dr. Osman Erk, Atatürk Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. M. Murat Karaoğlu ile İzmir Gıda Mühendisleri-Ziraat Mühendisleri-Tabip Odaları’nın ortak açıklamasında konuyla ilgili görüşler şöyleydi...
Mısır şurubunda kullanılan mısırın çoğu ithal ediliyor ve bu mısırların GDO’lu(Genetiği Değiştirilmiş Organizma) olma olasılığı çok yüksek. Mısır, önce nişastaya, sonra nişasta parçalanıp glikoza ve glikoz da fruktoza dönüştürülüyor. Mısır şurubunun yüzde 80’i daha güçlü bir tatlandırıcı olan fruktoz, yüzde 20’si ise glikozdan oluşuyor.
Bu yolla elde edilen fruktoz, modifiye bir şeker, elde edildiği nişastada doğal olarak bulunan bir şeker değil. İnce bağırsakta emilerek karaciğere gelen fruktozun büyük bölümü, metabolik süreçte kullanılmadan kan yağlarına dönüşerek depolanıyor.
Bu, şu demek: Sürekli bu tür besinlerle beslenen, gofret-şekerleme vb. atıştıran çocukları/erişkinleri; şişmanlık, kardiyovasküler hastalıklar (koroner kalp hastalığı, hipertansiyon vb.), diyabet (şeker hastalığı), karaciğer yağlanması ve diğer metabolik sendromlar bekliyor. Ayrıca tadını fruktozdan alan gıdalar, doyma hissini geciktirip, 2. acıkma hissini öne çekerek daha çok tüketilmelerine neden olmakta...
Nişasta bazlı şekerle üretilen ürünler, örneğin Ülker’in ürünleri mutlaka gıda kodeksimize uygundur. Peki, kodeks sağlığa uygun mudur? Bu memlekette sermaye sınıfının, siyaset ve bürokrasi üzerindeki yaptırım gücü yadsınamayacağına göre, (Daha 1 hafta önce metal işçilerinin grevinin, işveren talebi ve milli güvenlik kılıfıyla hükümet tarafından ertelendiğini hatırlayalım) gıda kodeksinin, kimlerin arzusuna göre şekillendiğini tahmin etmek zor olmasa gerek.
Bu gözler, Özal’ın bakanının kameraların karşısında çay içerek, halkı “Çernobil radyasyonuna bulanmış” çayı içmeye teşvik ettiğini, utanmadan rol model olduğunu da gördü. Yani, biliriz ki halk sağlığı yok hükmündedir; o gün de öyleydi, bugün de...
Bunca bilim insanı yanılıyor olamayacağına göre; “çocukları çok seven” Ülker, o çocuklar için, onların sağlıklı bireyler olabilmesi için, mısır şurubu konusunda nasıl bir önlem almayı düşünüyor acaba? Uzmanlar, sakkarozun getireceği maliyetle, pazara çıkılamayacağı görüşündeyken, nasıl geçecek bu samimiyet testini Ülker?
Meşhur reklamını, “Haftaya babacığım unutma Ülker getir” diye revize ederek, daha az tüketimi mi özendirecek? Yoksa, mısır şurubuyla obez olan çocukları, açacağı futbol köyleri-futbol mahalleriyle mi eski haline döndürecek?