09 Ocak 2025 Perşembe
İstanbul 11°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Halk hareketleri İP’nin rolü -(TAMAMI)

Kurtul Altuğ

Kurtul Altuğ

Eski Yazar

A+ A-

Uzun bir süredir halkın AKP iktidarının içyüzünü daha iyi anladığını izlemekteyiz. Halkı sokaklara döken güncel ve ekonomik sorunlar ya da bireysel sıkıntılar olabilir. Ama hiçbir halk topluluğunu öndersiz harekete geçirmek olası değildir. Bizim, yakın siyasal tarihimizde bireysel önderler eliyle halk harekete geçirilmişti. Ülkeyi işgal eden, bütün tersanelerine girilen, bütün kalelerini düşman elinden kurtaran kuvvet ve önder Gazi Mustafa Kemal ve çevresine toplanan yurttaşlardan ve ona inanan zabitlerden oluşan bireysel önderlikti.

Cumhuriyet’in ilanıyla bu bireysel önderlik bir Meclis yapısına dönüştü. Yani halkın içinden seçilen ya da atanan ve TBMM’yi oluşturan ulusal, kolektif bir önderlikti bu. 1921’de o nedenle iktidar tek eldedir o da TBMM’dir.

1924 Anayasası ile kuvvetler ayrılığı ilkesine dayanan bir rejim başlamıştır ve bugüne dek o rejim içerisinde daha da demokratikleşerek yaşamaktaydık. Atatürk’ün 1923’ten sonra Çankaya’ya Cumhurbaşkanı olarak çıkmasıyla eski dönem kapanmış, yeni dönem başlamış oldu. 1945’ten sonra savaşın bitiminde Türkiye Cumhuriyeti Devleti yaşam tarzı olarak gündeme parlamenter sistemi getirerek çoğulcu demokrasiye geçti. Artık halkın önderleri siyasi partiler ve onların liderleri sayıldı. DP hareketi böyle doğdu, iktidar oldu. DP’nin önderlik anlayışı da başlangıçta dörtlü takriri veren Celal Bayar- Adnan Menderes- Refik Koraltan ve Fuat Köprülü kolektif liderliğiydi. CHP’de ise uzun muhalefet yılları parti içi demokrasiyi uygulayan İsmet Paşa olmuştu.

10 yıldır yaşadıklarımız, demokrasinin yozlaştığı “tek adam rejimine” doğru hareket hali gösterdiğinden, belki de salt o nedenle, halk hareketleri bu kez o rejimin 10. yılından sonra başlatılmıştır ama nasıl?

Devrimci çizgi

Siyasi Partiler Kanunu, Seçim Kanunu rahmetli Özal’ın Türk milletinin başına sardığı en önemli sorunlardan biri olduğu için liderler oligarşisi demokrasiyi bu hale getirmiş ve halk sorunlarını dile getirecek, ya da önüne düşecek bir lider özlemine girmişti.

İşte bu sırada lideri Ergenekon tutuklusu Doğu Perinçek olan İP, tüm gücüyle okuyan, düşünen ve durumdan kendine görev çıkaran halkın önderi ve halkı sokaklara indiren ciddi ve ideolojisi halkın sorunlarıyla yoğrulmuş tek parti halinde karşımıza çıkıverdi.

Nasıl Sezar’ın hakkı Sezar’a veriliyorsa, halkı sivil toplum örgütleriyle bir araya getiren ve anlamlı, gerçekten gerekli demokratik direnci gösteren, adalet, hukuk gibi, yargısız infazlara karşı olmak gibi, aydınları alanlara çekmek, insanların hak ve özgürlüklerini çağdaş anlamda kullandırmak gibi görevleri üstlenen partinin anamuhalefet partisi olması gerekirken, yerine halkın istemlerine yanıt verecek biçimde toplayıcı tarihsel önderlik bir devrimci akışın çizgisinden başka ne olabilir ki?

Sol kesimin bir türlü bir araya getirilemediği böyle bir ortamda sağdan ve soldan insan kalabalıklarının demokratik direnme hakkını kullanmaları işte bu parlamento dışındaki partiden ve o partinin ideolojik bir yapıya sahip olmasından ileri geliyordu. Bir kere daha anlaşılıyor ki devlet adamı olmak, devleti yönetmek her sandıktan çıkan iradenin ve liderin harcı değildir.

Örneğin Mustafa Kemal kısacık ömründe, okurumuz Şafak Erman’ın bize yazdığı gibi, resmi kayıtlara göre 3 bin 997 kitap okumuş bir düşünsel yapıya sahipti. Hem yazan hem okuyan hem de öğreten bir lider. Atatürk’ün söylev ve demeçlerini okuyanlar, asla ve asla inançlarını söylemekten kaçınmayan bir edip ve her konuda noksanı olmayan bir devlet adamıyla karşılaşırlar.

ABD’nin 1929’daki büyük ekonomik buhranını önleyen ve çare bulan 4 kez ABD’de Başkan seçilen Delano Roosewelt (1932-1945) nasıl yanına aldığı beyin takımıyla başarılı olmuşsa, çoğu devlet adamları da gerekli bilgiyle donanmış insanları toplayan liderler olmaya zorunludurlar. Yoksa inandırıcı olamazlar, sonuçta büyük hayal kırıklıklarını bedel olarak öderler.

Bizim ülkemizde son yıllarda yapılan tartışmalara bakın. “Kuvvetler ayrılığı” ilkesini sakıncalı mı yoksa demokrasinin temeli mi olduğunu lise öğrencilerinin bile bildiği, 19. yüzyıla yön veren kuralları tartışıyoruz. 4+4+4 isimli yasayla değiştirilen devrimin eğitim ve öğretim sistemini, cumhuriyetin temeli olan laikliği tartışıyoruz.

İP’nin hakkını vermek lazım

İşte bunun içindir ki: İşçi Partisi’nin hakkını vermek ve daha gelişerek, büyüyerek kimilerinin tanımıyla marjinal parti olmaktan çıkarıp onu sadece bu önderlik nedeniyle bile demokratik yarışta ciddi bir parti olarak değerlendirmemek elde midir?

Elbette bunun için İşçi Partisi’nin bu altın fırsatı iyi değerlendirmesi ve halka sadece birtakım sloganlarla değil, daha gerçekçi ve rasyonel projelerle ve yeni, ideolojiyi içtenlikle kavramış ekiplerle dersini iyi çalışarak gitmesi gerekmez mi?

İşçi Partisi bu şansı kullanırsa, demokrasiyi, siyaseti bu çıkmazdan kurtaracak bir alternatif bulunmuş olabilir.