Halkın uyanışı durdurulamaz
Namık Kemal, “Ölürsem görmeden millette ümit ettiğim feyzi / Yazılsın seng-i kabrime vatan mahzun, ben mahzun” diyor. Tevfik Fikret, önce millete, sonra da “feza-yı ferdanın küçük güneşleri” diye betimlediği gençlere ümit bağlıyor. Halûk’un şahsında uğradığı hayal kırıklığı sonucunda, umutlarını çocuklara yönelterek onlar için şiir yazmaya başlıyor.
GELECEĞİ ŞEKİLLENDİREN UMUTLARDIR
Kurtuluş Savaşı’na ve Cumhuriyet Devrimi’ne dayanak oluşturan, Namık Kemal ve Tevfik Fikret’in hayal kırıklıkları değil, onların milletin gündemine taşıdıkları hedef ve umutlardır. Atatürk, Fikret için “Ben inkılâp ruhunu ondan aldım” diyor. Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nde de, “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirme” hedefinde de, “arasız devrim” anlayışında da, milli devrimi insanlık devrimiyle birleştirerek “büyük uyum dünyası”na ulaşma özleminde de, Fikret’in yol açtığı birikimin izleri açıktır.
İnsanoğlu umutlarıyla vardır. Kimi kültürlere göre, insanın gerçek ölümü, adının son olarak anıldığı anda gerçekleşir. Eğer insanlık, dışından değil, kendi içinden kaynaklanan nedenlerle sona erecekse, yokoluşun umudun son olarak duyumsandığı anda gerçekleşeceğine kuşku yoktur. Umudu ayakta tutan, geleceği kurmanın bilgi ve iradesidir. Onun için insanlık varlığını sürdürdüğü sürece, “halkın uyanışı durdurulamaz”.
YANILSAMA VE GERÇEKLİK
İnsanın doğa ile olan ilişkisinin temelinde alet yapımı yatar. Bu bağlamda insan-doğa ilişkisi hep maddi gerçeklik tarafından yönlendirilmiştir. Oysa insan-insan ilişkisinin zihinlere yansıması, genellikle yanılsamanın doğurduğu bir sis perdesinin ardında gerçekleşir. Hiçbir toplumsal sistem, yalnızca yaptırım gücüne dayanarak sürdürülemez. Sistemin sürdürülebilirliği, belli bir eşiğin üstünde toplumsal rızanın sağlanmasına ve sisteme olan itirazın toplumun kıyısında yalıtılmasına bağlıdır. Yanılsamanın içeriğini belirleyen sistemin egemen güçlerinin bu rıza sağlama gereksinimidir. Sis perdesi, sistemin nesnel olarak kendini yeniden üretmeyi başaramaz hale geldiği koşullarda dağılmaya başlar.
BİLİNÇ VE İRADE
Halkın “uyku hali”ne karşılık gelen, yanılsamanın egemenliğini sürdürmesidir. Sistemin sürdürülemez hale gelmesi, “uyanış” için uygun bir nesnel ortam yaratır. Uyanışın iki bileşenini bilinç ve irade oluşturur. Hem yanılsamanın üstesinde gelmenin “bilinci”, hem de iradenin kaynağında yatan “kendi gücüne ilişkin farkındalık”, halkın ancak kendi deneyimi içinde edinebileceği niteliklerdir. Çünkü içselleştirilmeyen bilinç ve irade, dünyayı değiştirmeye yol açan bir güce dönüşmez. “İradesiz bilinç” seyirciliğe, “bilinçsiz irade” de toplumsal enerjinin heba edilmesine karşılık gelir.
ÖNCÜ ÖRGÜTÜN VAZGEÇİLMEZLİĞİ
Bilincin ve iradenin hem oluşumu, hem de doğru hedeflere yönelik bir toplumsal güce dönüşmesi, doğru programa sahip bir öncü örgütün varlığını gerektirir. Halkın uyanışı kendi deneyimi içinde gerçekleşeceği içindir ki, “halkın öğretmeni” olmadan önce “halkın öğrencisi” olmak gerekir. “Gerçek kahramanın kitleler olması”, tarihi yapmayı olanaklı kılan biricik gücün doğru hedefe yönelmiş kitlelerin toplumsal gücü olması nedeniyledir.
Günümüzde emperyalist sistem hızla gerilemektedir. Neoliberal uluslararası düzen işlerliğini yitirmiş, emperyalizm ülkelere istediği programı dayatma yetisini kaybetmiştir. Ülkemizde halkın uyanışı, bağımsız ve başı dik bir coğrafya özleminin hızla yükselmesi biçiminde vücut bulmaktadır. Bu uyanış, Atatürk Devrimi’nin millet içinde yaşamaya devam eden birikiminin bir ürünüdür. Onun için günümüz, hayal kırıklıklarının değil, umutların yükselişinin günüdür. Üstelik Türkiye, halkın uyanışını toplumsal güce dönüştürecek bir öncü örgüte sahiptir. O güç, Vatan Partisi’dir. Onun için halkın uyanışı durdurulamaz.