24 Kasım 2024 Pazar
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Haneke’nin anlattığı...

Feridun Andaç

Feridun Andaç

Eski Yazar

A+ A-

Hiçbir başarı durarak gelmez...
Ünlü sinema yönetmeni Michael Haneke’nin kendisini anlattığı kitabında sanat yolunun nasıl biçimlenegeldiğinin öyküsünü okurken ilk aklıma gelen düşünce bu oldu, evet; hiçbir başarı durarak gelmez.
Onun, “her şey çok ilgimi çekiyordu” sözü ise genç bir adamın sanata evrilen yolunun sanki ipuçlarını veriyordu.
Denemenin ve deneyimin, ısrarla bir alanda odaklanıp çalışmanın getirebileceği başarının ne olabileceğini görmek için Haneke’yi iyi anlamak gerektiğini düşünürüm. Bunu iyi sinemacı Fellini, Tarkovski için de söylemek isterim. Gerçi Haneke’yi bir yanıyla Ingmar Bergman’a yakınsa da, sinema yolunda kurduğu dünya diğer yönetmenlerle daha ortaktır.
Onu sinemaya taşıyan düşünce kuşkusuz yaşamla ilişkisidir. Öğrenerek, deneyerek yol alma... Ama daha da ötesi birbirine yakın sanatlarla alışverişi... Yani tiyatro, ardından televizyon için yazılan senaryolar çekilen filmler...
Öyle ki Haneke bu yolculuğunun her adımını kendisi için deneysel bir arenaya dönüştüren bir sinemacı. Bilerek, öğrenerek, hissederek, araştırarak, görerek kuran biri.
Filmlerini izlerken bir meselesi olduğu kadar size aktarmak istediklerini de düşünürsünüz. Dahası düşündürür. İzlediğiniz film bitse de, bunun sizdeki izleri/etkileri/sorguları bitmez.
Sanırım “iyi sanat”ı tözünü oluşturan da asıl budur.
O, bütün bildiklerini sinemaya taşımaz; ama bunların her birinin sinemasını var ettiğini bilir. Edebiyat bunların başından gelir. Örneğin, “Beyaz Bant”ı bir roman gibi de okuyabilir, izleyebilirsiniz!
Al Pacino’nun, “Eğer Dostoyevski, Shakespeare olmasıydı ben olmazdım” sözünün yerindeliği de budur biraz.
Bir sinema insanı olarak Haneke edebiyata ne kadar yakın durmuşsa, sinemasını da o denli başarılı kılmıştır benim gözümde.
Bazen onun sinemadaki bakışını bir romancı bakışı gibi algılarım. Kurduğu her sahne, yansıttığı her gerçeklik, çizdiği atmosfer, kişi/karakterlerine yüklediği anlam bunu veriyor bize aslında.
Görselliğin dili görmenin dilidir. Duyusal dokunmanın görselleştirilmesini “Aşk” filminden başka ne anlatabilir ki!

Haneke’nin anlattığı... - Resim : 1

Michel Cieutat ile Philippe Rouyer’ın kotardıkları bu söyleşi kitabının önemli bir yanı da Haneke Sineması’nı bilen iki sinema insanı olmasıdır da.
Haneke’yi sinemaya taşıyan yolun uğraşlarının başında yazmak gelir, bir de yazılanları okumak. Bu onun sinema eğitiminin bir yanıdır aslında. Yazarak görmek dediğimiz şeyin ne denli önemli olduğunu da anlatır bize.
Yazamayan bir sinemacının başarısı bir yere kadardır benim gözümde. Kaleminin ucuyla düşünmeyi de buna katarsak, önüne gelen bir öykünün/senaryonun kendince yorumu veya yazımı burada öne çıkar.
Haneke’nin çektiği her filme ruhunu katması bundandır sanki. Kuşkusuz yaşadıklarının, görüp ettiklerinin, kendisine usta bildiklerinin taşıdıkları yadsınamaz. Onun kendi yolunu/yönünü bulma öyküsün aslında bütün yaratıcılar için örnek alınası düzeyde. Ben buna “Haneke aşısı” da diyorum. Gözümde Fellini de öyle bir yönetmendir, Tarkovski de.
Belki de bizde, yaratıcı dünyamızda en çok eksik olan da bu!
Kimse kimseyi sevmediği gibi, kimse kimseye de bir şeyler öğretmek derdinde değil. Yani deneyimlerinin aktarılmasını pek umursamaz bizdeki yaratıcılar; özellikle de edebiyat ve sinemada.
Sanırım bunların çoğuna önce Fellini’yi, sonra Tarkovski’yi, ardından da Haneke’yi okutmak/izletmek gerekir.
Şunu diyordu Haneke:
“Teorilerle film çekemezsiniz, pratiktir esas olan. ‘Film yapmayı öğrenmenin yegâne yolu yapmaktır’ ifadesi klişeleşmiş olsa da doğrudur. Aynı şey bütün sanat ya da zanaatler için geçerlidir.”
(*) “Haneke Haneke’yi Anlatıyor”, Michel Cieutat - Philippe Rouyer; Çev.: Siren İdemen, 2014, Everest Yay., 453 s.

Haneke’nin anlattığı... - Resim : 2
Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları