Hangi Doğu büyük
Sezai Karakoç üzerine yazdığım "Düşünce ve tarz" (Aydınlık, 25 Kasım 2021) başlıklı yazı kimi tartışmalara yol açmış, tartışmaya katılan kimi okur ve yazarlar, "Peki Necip Fazıl üzerine ne düşünüyorsun?" diye sormuşlardı. Dünya ve ülkemizin düşün ve edebiyat gündeminin yoğunluğu nedeniyle konuya dönme fırsatı olmadı. Üvercinka'nın Temmuz sayısında 2014'ten beri sürdürülen Necip Fazıl Ödülleri üstüne Halûk Cengiz'in gönderdiği kapsamlı incelemeyi vesile sayıp fırsata çevirmek doğrusu bana çok yerinde göründü. Olan biten karşısında sormaktan kendimi alamadım çünkü: "Mest-i nâzım kim büyüttü böyle bîpervâ seni?"
Daha önce kimi yazılanları anımsayarak işe başlamaksa, elbette en başta zaman kaybını giderecek, yanı sıra emeğe ve birikime saygıyı vurgulayacaktı. Okuyalım:
NECİP FAZIL’IN İNDİNDE SOFTA
Özdemir İnce, Aydınlık'ta (Haziran - Temmuz 2012) Necip Fazıl üzerine kaleme aldığı 6 yazısından alıntılar ve eklerle düzenleyip Bilim ve Ütopya'da yayımladığı incelemede çok önemli kimi ayrıntıları sergiler (Mart 2013, S: 225). Üstadın kişiliğinde, dünya görüşünde, yapıtlarında görülen nice tutarsızlığın üstünü kırmızıyla çizen çok belli başlı birkaç ayrıntıya İnce'nin yazısından girelim...
Ankara Türkocağı'nda Kubilay'ı anma toplantısındaki konuşmasında (Hâkimiyet-i Milliye, No: 3406, 5 Ocak 1931) şöyle diyor Necip Fazıl: "Gözüme görünen şeyi açıkça, kaidesiz, tertipsiz ve imansız söylüyorum. Eğer inkılâbı zayıf tutarsan, eğer inkılâbın yüreğini, hassasiyetini ve sinirlerini temsil etmezsen, bıçağın ters tarafı ile yirmi dakikada kesilen Kubilay'ın kafasında sana tevcih edilen akıbeti seyredebilirsin... Türkiye nüfus kütüğündeki softa ve mürtecilerin yeşil kanını kurutacaksın; bu kadar..."
Softayı nasıl anlatıyor peki Necip Fazıl Kısakürek? Okuyalım: "Onu tarife hacet yok. Onu tanırız. O zaten kendini gizlemiyor. Dün başına sarık sarıyordu. Bugün giydiği şapka, hüsnü nazarında gene sarık. Bugünün sarıklısı dünden daha çok, daha yezittir. ... Softanın en bariz vasfı kafasının sertliğidir. ... Zamanın akışını zorlayan, kendi iddiasından başka hiçbir yenilik olmayan deliller müstesna, her yeni şey karşısında 'eski'nin ısrarı softalıktır. İslamlık çıktığı gün putperestler softaydı. Asırlardır ilim ve cemiyetin terakkisi karşısında da İslamlık softadır." (Bir Hikâye Birkaç Tahlil, s. 75, 1933)
NECİP FAZIL’IN GÖZÜYLE ATATÜRK
Yıllar sonra çok farklı ve tevili olmayan zırvalara saplanan üstat, Atatürk'ün ölümünden hemen iki hafta sonra Cumhuriyet Gazetesi'nde şöyle yazıyor:
"Atatürk, Tanzimattan beri Türk cemiyetinin Avrupa medeniyet manzumesine kavuşturulması yolunda girişilen yarım ve kısır teşebbüsleri tam ve yüzde yüz randımanlı hamleler haline getirdi... Millî Kahraman'ın ölümü önünde duyduğumuz matem hissini, tek bir emniyet duygusu ile teselliye muktediriz: Teknesinde Atatürk'ü yoğuran Türk milletinin için için tekevvünleriyle aynı çapta kahramanlara daime gebe kalacağı emniyeti..." (26.11.1938)
Özdemir İnce; üstadın kişilik, sanat ve düşün dünyasında geçirdiği başkalaşımlar karşısında şu soruyu sormaktan kendini alamıyor:
"Ne oldu da bu adam Komünizmle Mücadele Derneği'nin öncülerinden oldu ve Cumhuriyet karşıtı Büyük Doğu ideolojisinin kurucusuna dönüştü?"
‘MİSTİK ŞAİRİN BAYRAKLAŞMASI’
Bilim ve Ütopya'nın söz konusu sayısında İnce'nin yanı sıra Fatih Yaşlı, Mecit Ünal ve Cafer Yıldırım'ın da çok önemli, ışık tutan yazılarıyla birlikte Taner Timur'un konuyu ideolojik bağlamda irdeleyen bir yazısı yer alır. İnce'nin sorusunu sanki Timur şu vargısıyla yanıtlıyor:
"Öyle ya da böyle, Merhum Mürşid'in ne İslamcı tefekkürü, ne de yaşam tarzı kitlelere yol gösterici bir nitelik taşıyor; buna karşılık, iktidar partisinin yönetici kliği, Ortaçağ dünyasına göz kırpan uzun yürüyüşünde gençlik sevdalarını yeniden canlandırıyor ve mistik şairi bayrak yapıyor."
Müritlerince bayraklaştırılan, "102 yıllık mahkûmiyeti nedeniyle ömrünün yarısı inançları uğruna mapuslarda çürütülen" Necip Fazıl'ın gerçekte 3 yıl 8 ay 14 gün hapis yattığını saptayan Özdemir İnce, bunun 20 ayını 1950'lerde Demokrat Partisi iktidarında, bir buçuk yılını 27 Mayıs 1960 sonrasında, 6 ayını ise 1940'larda CHP iktidarında geçirdiğine ilişkin ayrıntılı döküm verir.
ÜSTADIN MENDERES’LE YAKINLIĞI
Menderes döneminde Necip Fazıl'ın para için ne cinnetler geçirdiğini daha bir vurgulayan Mecit Ünal, Abdullah Kılıç'ın Habertürk'teki "Necip Fazıl'dan Menderes'e Yalvaran Mektuplar!" başlıklı haberini kesitler sunarak şöyle özetler: "27 Mayıs'tan sonra Menderes'in evinde yapılan aramada, içinde örtülü ödenek harcama makbuzlarının olduğu bir bavul bulundu. Bavulda, örtülü ödenekten yazar ve sanatçılara yapılan yardımların makbuzları yanında, bu yazar ve sanatçıların Menderes'ten maddi yardım talebinde bulundukları mektupları da vardı. ... Para istemek üzere Menderes'e birçok mektup yazan Necip Fazıl, ayrıca 21 Ocak 1954 tarihli mektubunda 'Muhterem Efendim' diye söze başladıktan sonra, 'Emniyet Genel Müdürüne kovuşturmalarla ilgili gerekli talimatın verilmesini, huzura kabul edilmesini ve kendisine yardım edilmesini' istiyor."
Üstadın kişilik, sanat ve düşün dünyasında düştüğü akıl almaz alçalmalara sayfalarca sunulan nice örneğin ardından sözü şöyle bağlıyor İnce:
"Ben her şeyi bağışlarım ama 1924 yılında Cumhuriyet'in parasıyla kumar oynayan adamı, hoş göremem. Rezil bir adamdır! Kanını satıp kumar oynasa, anlattıklarını ilgi ve saygı ile okurdum. Savaştan yeni çıkmış bir halkın parasını (okumaya gittiği Paris'te devletten aldığı bursu) kumar masasında kaybediyor ve bundan utanmıyor. Şu anda Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Bakanı olan kişilerin 'mürşit' kabul ettiği işte böyle bir adam!"
Halûk Cengiz; işte bu "mürşit" kavramına dört elle sarılarak Necip Fazıl Ödülleri'nin sürdürülme gerekçesini edebiyat açısından olduğu kadar, ideolojik ve siyasal boyutuyla da çok yerinde soru ve yanıtlarla ortaya koyuyor: Hangi Doğu büyük, hangi Batı küçük?