Hangi küreselleşme bitiyor hangi ulus devlet yükseliyor?
Salgın sonrası dünya öngörülerinde birbiriyle bağlantılı iki başlık ön plana çıkıyor; Küreselleşmenin bitişi ve ulus devletlerin yükselişi…
Bu başlıkların ön plana çıkmasının altında ise Batı dünyasının salgın karşısında düştüğü çaresiz durum, ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri arasında hızlanan uzaklaşma eğilimi, AB ülkelerinin birliğe olan tepkileri ve ağırlaşan ekonomik krize karşı devletçi uygulamalara yönelişi gibi gelişmeler yatıyor.
Genel anlamıyla öngörülere katılmamak elde değil fakat içlerini doğru bir biçimde doldurmakta yarar var.
TEK KUTUPLU KÜRESELLEŞME BİTİYOR
Eylül 2019’da, ABD Devlet Başkanı Donald Trump Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada şu çarpıcı ifadeleri kullandı: “Gelecek küreselcilere değil vatanseverlere ait. Gelecek vatandaşlarını koruyan, komşularına saygı gösteren ve her ülkeyi özel ve emsalsiz yapan farklılıklarına saygı gösteren güçlü ve bağımsız uluslara ait. Küreselleşme geçmişteki liderlere kendi ulusal çıkarlarını görmezden gelecek bir baskı yarattı. O günler artık geride kaldı.”
Bugüne değin Trump’ın küreselleşme karşıtı açıklamaları devam ederken, eş zamanlı olarak Çin tarafından da küresel sisteme sahip çıkan açıklamalar geldi. Kafa karıştırıcı bu durum, koronavirüs salgınıyla beraber netleşmeye başladı; Çin’in küresel pazarda ve Kuşak Yol Projesi başta olmak üzere çeşitli hamlelerle ticaret yollarında etkisini artırmasına paralel olarak, küreselleşmenin kontrolünü kaybeden Atlantik kuvvetlerinin “devletçi” ve “izolasyonist” siyasetlere dönüşüne şahit olmaktayız.
Bu durumdan hareketle, sona erenin küreselleşme değil Batılıların küreselleşme üzerindeki etkisi olduğunu söyleyebiliriz.
Bugün Batılı ülkelerin geçmişte olduğu gibi ekonomik, siyasi ve kültürel anlamda evrensel fay hatları üzerinde kendi kurallarını ve çıkarlarını diğer ülkelere dayatma kabiliyetlerini yitirdikleri açıktır. Trump ve diğer Batılı liderlerin açıklamaları ve gümrük duvarlarını yükseltme gibi çabalarının da gösterdiği üzere, küreselleşme Atlantik uygarlığı için tehdit haline gelmiş durumda.
'ULUS DEVLETLERE DÖNÜŞ'
Koronavirüs salgınının yarattığı tahribat sonrası Batılı ülkeler, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un “sosyal devlet” ve Almanya Ekonomi Bakanı Altmaier’in “kamulaştırma” açıklamalarından da anlaşılabileceği gibi, sosyal devlet ve devletçiliğe dönüş sinyalleri vermektedir.
Bu sinyallerin arkasında, Batılı yönetenlerin vatandaşlarına duydukları sevgi ve merhamet değil de Çin başta olmak üzere Asya’nın yükselen etkisini dizginleme ve bu duruma karşı çıkarlarını koruma kaygısı olduğunu söylemek yerinde olacaktır.
Özetlersek, ABD, Fransa ve Almanya gibi emperyalist karaktere sahip ülkelerdeki devletçilik ve sosyal devlet yönündeki uygulamaları, “ulus devlet”e dönüş olarak tanımlamak yanlış olacaktır. Söz konusu uygulamalarla amaçlanan, yükselen kriz karşısında içerideki baskıyı azaltmanın yanı sıra, dışarıda emperyal çıkarların korunmasında yeni yöntemlere yönelimden ibarettir.
Kaldı ki, ABD ve Almanya gerek idari yapı gerekse de siyasi ve sosyal şekillenmeleri itibariyle ulus devlet değil fakat federatif yapılardır.
Fransa ise ulus devlet özelliğini 80’lerin başında “sosyalist” François Mitterand döneminde kaybetmiş, ülkede idari alanda sert bir “decentralisation” uygulamasına girişilirken, ekonomide neoliberal politikalar hakim olmuş, sosyal ve kültürel planda ise 1789 Devrimi’nin son kalıntıları ayaklar altına alınmıştır.
Eğer salgın sonrası “ulus devlet”e yöneliş örneği verilecekse, emperyalist Batı ülkelerinden değil fakat henüz milli demokratik devrimini dahi tamamlamamış olan Türkiye ve benzeri ülkelerden verilebilir.
Avrupa’da devlet ve sınırları içinde yaşayan vatandaşları arasında hâlihazırda süren çatışma, salgın sonrası ağırlaşacaktır. Fransa’da Sarı Yelekliler başta olmak üzere Yunanistan, İtalya ve İspanya’daki halk hareketlerinde yükseliş olası gözükmektedir.
Bu koşullar altında, Avrupa’da “ulus devletçiliğe dönüş” adı altında emperyalist ülkelerin devlet yapılarına sahip çıkmak, ilerici halk hareketlerinin önüne ket vurmak anlamına gelir.
Emperyalizmin baskısı altındaki ezilen dünyada ise -Cumhuriyet’in kuruluş döneminde olduğu gibi ülke hakkaniyete ve eşit paylaşıma uygun bir biçimde yönetildiği sürece- devlet ve milletin çıkarlarının birbiriyle çakıştığı noktalar çatıştığı noktalardan daha fazladır.
Sade bir biçimde ifade etmek gerekirse; Avrupa’da yaşanan gelişmeler ulus devlete dönüş değil, emperyalist ülkelerin devletçi siyasetler yoluyla devlet organizasyonlarını ve kapitalizmi restore etme çabalarından ibarettir.
Bu olgunun tersini savunmak, Trump, Macron ve Merkel’i ulus devlet yanlısı ilan etmek gibi büyük bir yanılgının içine düşmek anlamına gelecektir.
Kurulu düzenin tel tel döküldüğü ve yerine yenisinin yükseldiği bir sürecin içinden geçiyoruz. Süreç ilerledikçe önümüzde yeni çelişkiler beliriyor.
Küreselleşmenin farklı biçimlerde devamından yana olan Çin ve eski düzeni restore etmek için devletçiliğe yönelen Batılı ülkeler arasındaki çelişki önümüzdeki dönemde sıkça karşımıza çıkacak olan sorulardan biri olacaktır.
ÇOK KUTUPLU DÜNYADA KÜRESELLEŞME
Yükselmekte olan Yeni Dünya’da da devletler ve insanlar arası etkileşim sürecektir.
Nasıl ki İpek Yolu bugüne değin işlevini sürdürdüyse, Yeni Dünya’da da devletler, milletler ve halklar, eski düzende açılmış olan ticari, siyasi ve kültürel alışveriş ve etkileşim yollarını kullanmaya devam edecek.
Hatta var olan yollara, tıpkı Kuşak ve Yol örneğinde olduğu gibi yeni kuşaklar eklenmesine ve var olan “küresel” ağın genişlemesine şahit olacağız.
Bu yolları kapatma ve dışında kalma amaçlı fikir üretme yerine, bu yeni yollar hangi kurallar ve gelenekler silsilesi içinde yönetilebilir, ne tür birlik ve ittifaklarla sürece dahil olunabilir sorularına cevap aramak daha verimli olacaktır. (Çin veya herhangi bir başka ülkenin geçmişte Batılıların yaptığı şekilde, tek kutuplu, diğer devletlerin çıkarlarına saygı duymayan bir siyasete yönelmesi halinde sürecin farklı akacağını ve insanlığın bu durumu kabul etmeyeceğini not etmekte yarar var.)
Emperyalizm için örtü vazifesi gören tek kutuplu küreselleşmeden, doğru yönetilmesi halinde insanoğlunun yeni sıçramalar yapmasının yollarını açacak olan çok kutuplu küreselleşmeye (önümüzdeki dönemde tarihsel kullanımı nedeniyle rahatsızlık veren küreselleşme yerine yeni kavramların da türemesi olasıdır) geçişin eşiğindeyiz.
Atlantik’in ördüğü duvarlar yıkılırken, insanlık zor ama verimli bir sürecin içine girmiş bulunmakta.