Hangi modernleşme (4): Japon efsanesi
JAPONYA 1905’te Rusya’yı yenince, emperyalizmin baskısı altındaki Osmanlı toplumunda bir Japon modernleşmesi efsanesi doğdu. Neye benzediği hakkında bugün bile görece az şey bildiğimiz Japonlar, o günlerde hiç tanımadığımız bir kültürdü. Her tür özgün kültürel özellikleri bize tümüyle orijinal geliyordu. Bu nedenle Osmanlı aydınları Rusları yenecek kadar modernleştiği anlaşılan bu milletin, değişme sürecinde kültürel özelliklerini hiç kaybetmediklerini zannettiler. Japon toplumunun batı ile karşılaştıktan sonra içine girdiği değişme sürecini tarihsel bir bakış açısıyla karşılaştırmalı olarak anlamalarını sağlayacak kadar bilgileri yoktu. Japonların batının sadece ilim ve tekniğini alıp, kültürlerini tümüyle korumayı başardıkları şeklindeki önyargıları, Japon toplumunun gerçeğini açıklamıyordu. Esas sorun böyle bir efsaneye inanmaya bizim ihtiyaç duymamızdı. Bugün bile özellikle muhafazakâr aydınlar arasında etkisini sürdüren seçici kültürel ithalat düşüncesinin sürmesinde, Japon modernleşmesi hakkındaki bu hatalı önyargıların etkisi sürmektedir.
Geleneksel tarım toplumundan modern sanayi toplumuna geçiş sürecinde, sadece maddi kültür unsurları değişmez, sanayi toplumuna özgü kurumsallaşmalar ve kültürel değerler de beraberinde gelir. Japonya da bu kültürel değişmenin dışında kalamamış, önemli ölçüde değişime uğramış bir ülke. Hele İkinci Dünya Savaşı’nda yenildikten sonra, anayasası bile bir Amerikan işgal güçleri tarafından kaleme alınmış bir ülkenin, Amerika’nın ekonomik, toplumsal ve kültürel etkilerine olabildiğince açılmaması düşünülemezdi. Ama önemli olan, savaş yenilgisinden önceki modernleşme sürecinin de, zannedildiği gibi batıdan seçmeci bir anlayışla maddi ve teknik unsurları almaktan ibaret olmamasıydı.
Toplumsal değişme sürecinde her toplum kendi tarihsel ve sosyolojik koşulları bağlamında bir yol haritası izliyor. Japon modernleşmesi de kendine özgü bir yol izledi. Edo-Tokugava döneminde (1603-1867) batıdan gelen Hristiyanlaşma eğilimine şiddetle tavır alınması bu kendine özgülüklerinden biridir. Hristiyanlaşmaya set çekmeyi başarsalar da, kalkınabilmenin ilk bakışta batıya özgü gibi duran ama aslında sanayi toplumunun kültürel ve kurumsal özellikleri olan kültürel değerleri içselleştirmeleri gerektiğini bu dönemin sonunda anladılar. Yani bizde hala süren seçmeci kültürel ithalat düşüncesini daha 19. yüzyılda, biz onları doğru dürüst tanımazken terk etmişlerdi bile.
Japon efsanesini doğuran yanılgının maddi kaynakları var hiç kuşkusuz. Japon modernleşmesinin kendine özgülüğünü oluşturan, böylelikle kültürlerini hiç kaybetmedikleri yanılsamasına yol açan unsurların başında, değişme sürecine önderlik eden yönetici hanedanların siyasi istikrarı gelir. Osmanlı modernleşmesinde sürecindeki gibi gelenekçiler ve modernleşmeciler arasındaki mücadelenin sonucu olarak katledilen padişahlara, isyan, darbe vb. hareketlerine rastlanmaz.
Bir diğer kaynak, Japon insanının gündelik yaşamındaki folklorik unsurların bir kısmının sürüyor olmasını, modernleşme karşısında kültürün korunması diye anlamaktır. Özel günler dışında Kimono giyen kalmamıştır ama çay seremonileri, misafirperverlik, aile bağlarının gücü ve geleneksel sanatları yaşatma iradesi sürmektedir. Ancak bu açıdan bakıldığında, sömürgeleşip bütün milli kimliği unutturulmuş toplumlar bir tarafa bırakılacak olursa, modernleşme yoluna girmiş bütün toplumların gündelik yaşamda folklorik özelliklerini esas olarak korudukları görülür. Sözgelimi Türkler, batılılaşıyoruz diye evlerine ayakkabıyla girmeye, düğünlerinde halay çekmeyi bırakıp vals yapmaya vb. başlamadılar. Halk kültürü ortadan kalkmadı ama her şey değişirken orada da değişmelerin olması kaçınılmazdır. Bu açıdan Japonlar istisna oluşturmazlar.
Japonların değişimden koruyabildikleri hiç mi özgün kültürel özellikleri yok sorusu akla gelebilir. Antropolog Bozkurt Güvenç bu sorunun cevabını şöyle vermiş: “Japon toplumu, kültürü ve insanı bugün hızlı, kapsamlı bir değişme süreci içindedir. Ne var ki, her kültürel öğe ve kişi aynı biçim, yön ve hızda değişmediği gibi; doğayla birliktelik, çok çalışmak, durumsal gerçekçilik, sağlam ve sağlıklı bir tarih (varlık) bilinci, en iyisini yapmaya çalışmak gibi, bir yanıyla dünya görüşü (ideoloji) öteki yanıyla temel kişilik niteliği sayılabilecek kültürel nitelikler sürüp gitmektedir.”(1) Dikkat edilirse, bu nitelikler sanayileşme ve kalkınma sürecine olumlu katkı yapan türden niteliklerdir. Korunmuş olmalarının değişme sürecinin ihtiyaçlarına uygun düşmeleriyle ilişkili olduğu söylenebilir
(1) Bozkurt Güvenç, Japon Kültürü, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1989
Hangi modernleşme (3): Sömürgecilikten postmodernizme