Hani film sinemada izlenirdi…
Sinema ortamında zaman zaman –ya da dönem dönem- ortaya çıkan krizlerden sanırım en çok bedel ödeyenlerin başında sinema salonları geliyor. Örneğin Türk sinema tarihinin en büyük üç krizi olarak bilinen; TV’nin ortaya çıkışı (1974) , ardından video olayı(80’li yılların başı) ve onun ardından da majörler olarak tanımladığımız dev Amerikan şirketlerinin Türk sinema ortamına egemen oluşu (80’li yılların sonu) , sinema sektöründe en çok düş şatoları olarak bildiğimiz sinema salonlarını etkileyip onların eksilmesine neden olmuştu. Bu zincirleme etkilenmenin sonucu, devasa sinema salonları önce bölündüler, sonrasında küçüldüler ve en sonunda da radikal bir değişim/dönüşüm sonucu bir başka mekanların en tepelerine taşınarak adeta, hem fiziksel hem de sinemaya gitme ritüeli anlamında, kimliksizleştirilerek numaralanıp tektipleştirildiler.
1974’lerdeki krizin nedeni; TRT’nin ulusal düzeyde TV yayınlarına geçerek, o yıllarda halkın tek ve de en ucuz eğlence aracı olan sinemanın bu özelliğine son verilişiydi. Tüm seyircisini TV’ye kaptıran sinema sektörünü ayakta tutan yapımcılar bu durumda riski göze almayarak film yapımlarını en aza indirip krizin geçmesini beklerken, sinema oyuncuları da bir bir perdeden sahneye geçerek bu krizi bir çeşit kazanca çevirdiler. Bu durumdan en zararlı çıkanlar ise sinema salonları oldu. Bir kısmı, özellikle de Anadolu’dakiler bir daha açılmamak üzere kapandılar, bir diğer kısmı ise piyasaya egemen olan seks filmlerine, yaşamak için boyun eğdiler. Emek gibi, Konak gibi çok az bir kısmı ise, her şeye rağmen direnip ayakta kaldılar. Sonuçta; 2 bin üç yüz sinemadan arda kalanlar ise yarısından bile daha azdı.
Bu krizin etkisi henüz geçmişti ki, bu kez de sinem tarihimizin ikinci büyük bir krizi düş şatolarının kapısını çaldı. Yapımcılar, kimi yönetmenler/oyuncular ve de onlara tecimsel açıdan öyküneler, eve kapanan seyirciyi sinema salonlarına yönlendirecekleri yerde tam tersini yapıp, onların evde kalmalarını sağladılar. Her mahallede bakkal dükkanı gibi video kiralayan yerler türedi, video üreten kulüpler ve hatta sinematekler açıldı. Herkes sabahlara kadar “kaç tane film izledin” diyerek adeta birbirleriyle yarıştılar.
Derken sinema salonları tekrar yarı yarıya azaldı… Ama Emek, Konak, Atlas gibileri yine direndiler…
Tam bu kriz atlatılıyor derken, bu kez de sinema tarihimizin üçüncü –ve belki de en kötüsü- gelip çattı. Hem de ne geliş… Yabancı Sermaye Yasası’ndaki değişiklik sonucu, yabancı şirketlerin doğrudan doğruya ülkemize gelip şirket kurup, dağıtım ve gösterim haklarını elde etmesi yalnızca , ulusal sinemayı koruyan tüm duvarların yıkılmasını değil, onun da ötesinde sinema salonlarının radikal bir biçimde değişim /dönüşümünü de kaçınılmaz kıldı. Majörler dönemi dediğimiz bu dönemin ilk yıllarında (yani 90’lı yılların başında) Dev Amerikan şirketleri (yani Majörler) kimi sinema salonlarını tekellerine alması sonucu Türk sinemasının kalesi, merkezi Beyoğlu sinemalarında aylar boyu hiçbir Türk filmi vizyon yüzü görmedi.
Ama olan yine düş şatolarına, yani bizim devasa, kadim, bildik sinema salonlarımıza oldu. İlk krizlerden nasılsa kurtulanlar ya yıkıldı, ya yakıldı ya da yerlerine bir bir AVM’ler yapılarak onların içine sığındı… Ve de onların içinde bölünerek, küçülerek, isim bile konulmasına gerek görülmeden, numaralanıp tektipleştirildiler...
Ama sonunda yine Emek direndi… Bir de Atlas…Reks…Yaralanıp küçülseler de ...
Bugün de sinema sektörü büyük bir krizin eşiğinde –belki de doğrudan doğruya- içinde…
Emek de yok…. Atlas da…, Reks de…
Her krizde bedelini hep onlar, hep düş şatoları ödediler… Sanırım –keşke sanmasam- bu krizde de onlardan arda kalanlar ödeyecekler…
Bu salonlardan kendi çıkarları için kaçan kaçana… Birileri “ filmlerden uzak kalmasın diye sinemayı eve getiriyor”, kimi festivaller ise dijital platformlara yönelerek sözüm ona festival yaptıklarını sanıyorlar… Hani neredeler şimdi “Emek yoksa ben de yokum ” diyenler, filmleri sinemada değil de bir başka mekanlarda gösterildi diye feryat edenler ve de onların taraftarları… Meslek kuruluşları…Dernekler…
Ancak birkaç sinema salonu sahibi feryat ediyor… Ama duyan var… Ne de ilgilenen..
Hani “film sinemada izlenir”, “sinemanın tadı başka” idi….