Hava değişiyor, değişecek
ABD’nin Ukrayna’ya müdahalesine ve en son NATO aracılığıyla silahlı tehdit aşamasına gelmesine Rusya’nın nihayet bir cevap vermesi, Amerikancı medyamızda doğal olarak Rus saldırganlığı diye sunuldu. Ama ilk günlerin kuru gürültüsünün yarattığı toz-dumanın ardından hava değişmeye başladı. İlerleyen günlerde yaratılmak istenen “savaşa hayır!” budalası kamuoyunun yarılmaya başladığı görüldü. Bunun birkaç nedeni olduğu görülüyor. Sıralarsak:
Birincisi, Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in çıkışı dalgakıran etkisi yarattı. Perinçek bu meselenin iki ülke arasındaki çatışma, Rus saldırganlığı vb. ile açıklanamayacak boyutlarını ortaya koydu. Türkiye’nin kendi çıkarları açısından alması gereken tutumun bırakın muhalefetin NATO’ya teslimiyetini, hükümetin izlediği “fincancı katırı” siyaseti ile dahi yürütülemeyecek boyutta olduğuna işaret etti.
İkincisi, Aydınlık ve Ulusal Kanal’ın gerçeğe sadakat ilkesi ve katıksız yurtseverlik güdüsü ile yaptığı bilgilendirici ve analitik içerikli yayınlar dalgakıran etkisini genişletti. Son örnek, geçen akşam Ulusal Kanal’da gösterilen Amerikalı yönetmen Oliver Stone’un Ukraine on Fire (Ukrayna Yanıyor) belgeseliydi. ABD’nin yıllardan beri ırkçı neo-Nazilerle iş tutarak Ukrayna’da nasıl bir operasyon çevirdiğini gösteren bu tür örnekleri toplum yeni öğrenmeye başladı.
Üçüncüsü, Türk kamuoyunun Rusya ile ABD’nin karşı karşıya geldiği bir olayda, ABD’ye hak vermenin pek kolay olmayacağını kendi tecrübeleriyle biliyor olmasıydı. ABD dediğiniz ülke, dünyada saldırmadığı yer kalmaması bir yana, burnumuzun dibinde PKK’yı binlerce tır dolusu silaha boğmuş bir ülkeydi. Milletçe hiçbir şey bilmeseydik bile, ABD’nin barış, huzur, istikrar gibi kavramlarla yan yana anılamayacak bir ülke olduğunu biliyorduk. Nitekim son kamuoyu yoklamalarında Türkiye’nin Asya ülkeleri ile daha sıkı ilişkiler kurmasından yana olanların oranının daha yüksek olduğu görülüyordu.
Dördüncüsü, Rusya ile Türkiye arasındaki enerji, tarım, ticaret ve turizm gibi alanlardaki ekonomik bütünleşme düzeyinin Amerikancı medyanın çığırtkanlığına kapılmayı güçleştirmesiydi. Bir başka deyişle Amerikancı dolduruşa gelerek macera aramanın, Türkiye’de üretici sınıflar zemininde karşılığı yoktu.
Beşincisi, çatışmaların ilerleyen günlerinde ortaya çıkan farklı bilgilerin bazı gerçekleri göstermesiydi. Rusya’nın müdahale sürecinde sivillere karşı dikkatli davranıyor ama Ukrayna yönetimi sivil yurttaşları kalkan olarak kullanmaya çalışıyordu. Ukrayna ordusunda, köklerinde İkinci Dünya Savaşı’ndaki Nazi işbirlikçiliği ve soykırımcılık bulunan, bununla hala gurur duyan ırkçı neo-Nazi birlikler vardı. Bunlar 2014’ten sonra Ukrayna’da Amerikancı bir hükümetin kurulması amacıyla bağımsızlıktan yana olan yurttaşların sistematik katliamında rol almışlardı. Yani ortada “savaşa hayır!” hümanizminin gizleyemeyeceği savaş suçlusu taraf vardı.
Altıncısı, Batılı ülkelerin Rusya karşısındaki acziyetlerinin ortaya çıkışıydı. Öyle ki, Rusya ekonomisinin çökertilmesi diye başlayan ekonomik yaptırımların da nihai sonuç vermeyeceğinin anlaşılması üzerine tepkiler Avrupa’da okuyan öğrencilere, spor kulüplerine, orkestra şeflerine, hatta Rus milletinin insanlığa katkısı olan Tolstoy, Dostoyevski gibi yazarlara yönelerek trajikomik bir hal almaya başladı. “Medeni Batı”nın ağzında kalmış tek diş yine sırıtmaya başladı.
Yedincisi, ABD’nin Türkiye’yi güneyde PYD üzerinden; Doğu Akdeniz’de ve Ege’de Yunanistan üzerinden tehdit ettiği koşullarda, başka bir yerdeki ABD tehdidine yandaş olmanın, dönüp bizi vuracağı gerçeğini Türk kamuoyunun hızlı idrak edebilmesidir. Rusya’nın şahsında Asya güçlerinin, Ukrayna yönetiminin şahsında Batılı güçlerin jeopolitik bir hesaplaşmaya girdiği koşullarda Batı’yı tutmak demek, Türkiye’nin bumerang etkisine maruz kalması demektir.
Türkiye’de Batıcılığın ideolojik ve kültürel planda gürültü çıkarma yeteneği henüz sürse de dayandığı nesnel temellerin giderek zayıflaması nedeniyle eski formunu koruyamıyor. Türkiye’nin yükselen Asya uygarlığında yerini alması bir tercih değil zorunluluk olduğu ölçüde, Amerikancı propaganda her durumda milletin nesnel ihtiyaçlarıyla çelişmeyi sürdürecek ve kaçınılmaz olarak giderek itibarsızlaşacak.