Hava döndü işçiden!
İşçi hareketi yükseliyor… Sınıf sistemle cepheleşmiyor, düpedüz göğüs göğüse mücadele halinde. Sendikalar Hükûmet'e sorunların çözümü için teklifler getiriyor ama nâfile. Türkiye'nin dört bir yanında grevler var. Grev alanları emniyet güçleri tarafından zorla boşaltılıyor. Belediyeler tam bir keşmekeş. Siyasi kadrolaşmalar ekonomik mazeretlerle ayrı bir koldan işçi kıyımına girişmiş vaziyette. Sendikal örgütlenmeler neredeyse hiçe sayılıyor. Hemen hemen her iş kolunda çadırlar kuruldu ya da kurulmak üzere. İşçi çözüm bekliyor.
İşçi durursa, köylü durursa, esnaf durursa, ülke durur! Üreten güçlerin önünü açmak başta Hükûmet'in ve sonrasında Meclis koltuklarında tüm oturanların temel görevidir.
- Yapabilirler mi?
- Hayır.
- Neden?
- Sistemin içine batıp kalmışlar da ondan, kimyaları zarar görmüş. Kulakları tıkalı, gözleri görmüyor, elleri tutmuyor. Sisteme teslim olmuşlar. Öncelikleri ''dükkânı'' beklemek.
Elimden geldiğince birçok grev alanını ziyaret ediyorum. İşçi ile sohbet edip, en lezzetli çay olan ''Grev Çadırı Çayı''nı içerken duyduğum şeyler hep aynı; işimizi ve karşılığında hakça bir kazanç istiyoruz. Türlü kumpas, baskı, darp ve iftiralara uğramamak istiyoruz. En temel hakkımız olan grev hakkımızı baskı ve yıldırmalarla değil özgürce kullanmak istiyoruz.
Çok Şey mi İstiyorlar?
Artan ve önüne geçilemeyen hayat pahalılığı karşısında insanlar, insan gibi yaşamak istiyorlar… Adaletsizliğin ortadan kalkmasını istiyorlar… Çolukları çocukları mahzun olmasın istiyorlar… Belediyelerin sosyal yardım organizasyonlarına muhtaç olmamak ellerinde tencerelerle, aşevleri önünde sıraya girmek istemiyorlar…
Kendi tencerelerini kaynatmak istiyorlar… Güvenli bir gelecek istiyorlar. Polonez, Sarar, Yolbulan, Atlantis, Tarkett, Mkb Rondo, Mersen, Befesa, Eker, Bekaert, Lezita, Perfetti işçileri bunları istiyorlar… Somalı Fernas Madencileri, Fatsalı maden işçileri insanca bir yaşam istiyorlar… Belediye işçileri her gelen yönetimle siyasi kadrolaşma ve adam kayırma kurbanı olmamak istiyorlar…
Nasıl Olur?
Bir tarafta üç maymunu oynayan sistem ve kurbanları, diğer tarafta sınıf mücadelesine ve işçi hareketlerine 19.yy. dünyasından bakanlarla bu iş olmaz. Sınıf mücadelesini; holding, patron, sermaye karşıtlığı olarak görmekte ısrar edenlerle ise hiç olmaz. Onlar da söylediklerine inanmıyorlar ama hadi şimdilik bu kadarını söyleyelim!..
Bir diğer tarafta ise meseleyi sistem ya da Hükûmet karşıtlığından, Devlet düşmanlığına taşımaya hevesli yıkıcı, bölücü bir takım var ki aman dikkat! Bankamatiğe karate yapan o takımı da iyi biliyoruz ki onlarla da olmaz.
Sivil Toplum Sivilleşecek!
Asıl mesele sendikal yapılanmaların yek vücut olmasından geçiyor. Burada sendikaların şapkalarını önlerine koyup düşünmeleri gerekir. Yalnızca sendikalar değil; odalar, meslek örgütleri, barolar, ideolojik ve siyasal saflaşmanın tepe noktasını yaşıyorlar.
Her kongrede yaşananlar; hizmet yarışı olması gerekirken, hangi ideolojinin üstünlük yakalayacağı değil midir? Tüm bunlara bağlı olarak işçi sınıfı da parçalı. Bu fotoğraf kimin işine yarıyor? Meseleye en radikal bakanların bölüne bölüne alfabede harf bırakmadıkları örgütlenme reçeteleri, yıllar içinde ''Dünyanın Bütün İşçilerini'' birleştirmeye soyunurken aslında sermayeyi küstahlaştırdılar.
Kimbilir bu satırı okuyanlardan ne köpürmeler yükseliyordur diye düşünmüyor da değilim hani!
Ozan ne güzel söylemiş:
Pir Dede'yi beğenmezsin
Ne söylüyor dinlemezsin
Kendi kusurun görmezsin
Elin eksiğin ararsın!.. (Rodos Semahı)
Bir konu daha var… Geçenlerde bir dostum: hocam işçi kardeşler hem sıkıntıdalar hem dertleri var ama vur patlasın çal oynasın halay çekip, türküler söylüyorlar'' diye bir soru sordu. Meselelere biraz uzak ama iyi bir insandır. Doğru ya! derdi olan dertlenir, ''bu perhiz bu ne lahana turşusu'' değil mi?
Ammaaa! işin ucu öyle değil.
Müzik ve dans insanlığın yürüyüşüne iki temel noktadan girmiştir. İbadet ve direnme.
Hele ki Türk Kültürü'nde müziği ve dansı biraz eşelediğinizde bu iki temel yol haritasına rastlarsınız.
İlâhilerdeki derinlik, Semahlardaki topluca ve ritmik katılım, Mevlevi dervişlerin tennureleri ile ''Meydan''dan kaldırdıkları toz, hep gerçeği fısıldar. Diğer yandan koçaklamalar, yiğitlemeler, destanlar, marşlar, tersnâmeler, taşlamalar, karşı durma ve direnme değil de nedir.
Diğer yandan insanın dansla direnmesi de ayrı bir gerçektir. Dans, halk oyunları önemli ölçüde bu damardan beslenir. Tango ile Halayın kardeşliği buradadır. Balenin de çıktığı noktanın bu olduğu tezleri var, bir ara anlatırım…
Direnmek yalnızca insanın insana değil, insanın doğaya direnmesi olarak da kendini ifade eder. Bingöl'ün Kartal dansı, Antep Çepiklisi hep bu anlamı taşır. Ulusal Kanal'ımızda başlamayı düşündüğümüz bir programımız var ki tüm bunları sizlere orada örnekleriyle anlatacağım.
İmdiii! Neden grev çadırları şenliklidir. Neden kol kola girip halay çekerler… Polonez İşçileri Trakya'da grevdeydi, bir gittik ki kadınlar ''dokuz sekizlik'' direniyorlar. Ellerinde defler, ziller…
Geliyoruz diyorlar, geliyoruz… Allı, pullu çaputlarımızla, iğne oyası yazmalarımızla geliyoruz… Korkmuyoruz diyorlar… Köroğlu korktu mu Bolu Beyi'nden? diyorlar… Şarkılarla, şiirlerle, halaylarla geliyorlar, yel yepelek, yelken yürek! geliyorlar.
Kim mi onlar? Onlar ''Acıyı bal, Sırat'ı yol eyleyenler''