22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Hayat eve sığar mı?

Ekrem Kahraman

Ekrem Kahraman

Eski Yazar

A+ A-

Benim gibi yaşı tutmayan ya da tehlike altında olduğu düşünülen bazı dünyalılar, küresel Coronavirus (COVID-19) belasıyla mücadele etme planı kapsamında alınan tedbirler nedeniyle “ev” gibi alabildiğine kendi özgürlük alanı olarak bildiğimiz kapalı bir kutuda tutuluyoruz halen. Bildiğiniz üzere, ister istemez gönüllü bir biçimde kabul etmek zorunda kaldığımız bu zorunlu mecburiyetin ana “motto”su “hayat eve sığar” şiarıyla kendimizi kendi “ev”mize sığdırmaya çalışıyoruz toplumsal bir mücadele yöntemi olarak.

Niye böyle yapmak zorundayız? Neye mecburuz ne demeye çalışılıyor elbette anlıyorum. Ama benim yine de buradan bir çıkarsama yapma gibi bir niyetim var.

Hayat gerçekten de eve sığar mı, ya da sığdırılabilir mi gerçekten de?

Öyle ya “ev” elbette hayatın en önemli parçası ama onun yaşıyor olarak sürmesi için diğer vazgeçilmez başka başta parçaları da var. Yani öyle yegane parçası olmadığı gibi öteki parçalar olmadığında sürdürülebilir de değil. Tıpkı gövdemiz gibi. Başlı başına bir sitem çünkü her parça.

Çünkü biliyorsunuz, hayat ananın olmazsa olmaz başka başka vazgeçilmezleri var.

Öyle olduğu için de önümüzdeki süreçte “evde kalma” aralığının aşılarak hayatın diğer mecburi ve zorlu alanlarına açılabileceğinin işaretleri de mecburen verilmeye başlandı bile zaten.

Fakat buradan çıkarılması gereken ezbermiş gibi tekrar tekrar her akıllıdan duymaya başladığımız kritik motto cümle ise şu: “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!”

Fakat sanırım bu defa sağlık da dahil hemen hangi alandan hangi bağlam üzerinden olursa olsun her öngörü sahibinden benzer basma kalıp fetvaları da birlikte duyuyoruz hep olduğu gibi.

Öyle ki şimdi bilen bilmeyen, öngörü sahibi olsun olmasın hemen herkes -dünün uyurgezer hasta neo liberal küreselleşmecileri bile- artık küreselleşmenin bitiğini ve önümüzdeki süreçte ulus devletlerin öne çıkacağını, “Batı”nın ise zaten çoktan öldüğünü vb. filan öne sürmeye başladılar ki sanırsın ki başlarına taş düşmüş gibi olmuşlar birden.

Doğru mu söylüyorlar elbette doğruyu söylüyorlar ve sonuna kadar haklılar. Ne var ki dün yanıldıkları gibi bugün de yanılmaya hazır bir zeminde durdukları kesin.

Çünkü dün de gerçekliğin dışına takılıp asıl olanı görememişlerdi şimdi de öyle bir yerdeler sanki? Oysa “batı batı” dedikleri tıpkı “hayat eve sığar” mottosunda olduğu gibi dışsal bir görünüş değil, doğrudan bir “asıl iç” sorunu aslında. Dün aydınlanma devrimini yerlere fırlatıyorlardı şimdi ise ondan hiç söz etmeyerek bilerek bilmeyerek onun kahramanlığını körlemeye çalışıyorlar akıllarınca. Her gün ya televizyonlarda konuşuyorlar ya da konuşulanlara kör kör kulak veriyorlar.

Kör kör konuştukları ya dinledikleri için de geliyor olanın asıl özü “bilgi ve kültürlenme” olan Aydınlama Devrimi'ni önemsizleştirme rolü içindeler bir tür. Fakat hayatın zorla dayattığı öngörü, bilgi ve kültürlenme vb. özlerini dillerine almıyorlar neredeyse? Öyle olduğu için de ne yazık ki hem bilgisel ve kültürel vizyonları ya yok, ya ezber kalıplar içerisindeler ya da buna uygun yeni kültür stratejileri kuracak birikimleri yok ya da onun adını dahi unutmuş olmalılar?

Bir de şu var asıl: bazılarının uzunca zamandır sırtlarını dayandıkları duvar çoktan yıkıldı ve kendileri dahi altta kaldılar ama bunun farkında bile değiller neredeyse?

YENİ YEPYENİ BİR DÜNYAYA DOĞRU

Biliyorsunuz, sözüm ona “hayatı eve sığdırma”ya çalıştığımız zorunlu günlerde “dışarı” diye adlandırdığımız şey bizlere doğrudan en yaygın medya ayağı TV ya da elimizin altındaki sosyal medya kanalıyla gelmeyi kat kat artarak sürdürdü. Yine çoğu manipülasyon, yine çoğu çok çok ihtiyacımız olan her konuda ve her formattaki iyileştirici videolar yığıldı önlerimize.

Sizler de izlemiş olabilirsiniz ilgimi çeken bir çok video haber geldi bana da. Dünyanın her tarafında, farklı farklı ülkelerinde insanların eve tıkıldıkları ve her günkü olağan yaşam alanlarını boş bıraktıkları fakat o ülkelerde yaşayan yaban hayvanlarının sokaklarda, caddelerde, bulvarlarda, evlerin bahçelerinde, çocuk parklarında, alışveriş merkezlerinde, mağazalarda vb. özgürce gezinip koşuşturdukları görülen videolar dolaştırılıyor sürekli.

Görüntülerden anlaşıldığı kadarıyla, insanların kurup hayatlarını sürdürdükleri hiçbir insani alan boş bırakılmamış, diğer en yakın canlı türü tarafından işgal edilmiş durumda sanki?

Avustralya'da Kanguru'lar, Amerika'da Ayı'lar, Kaplan'lar, Tilki'ler, Timsah'lar, Alaska'da Geyik'ler, Tayland'da Fil'ler, Arjantin'de Su Samur'ları, Güney Afrika'da Arslan'lar, Penguen'ler, Nepal'da Su Aygırları, Hindistan'da yüzme havuzlarında eğelenen Maymun'lar, sokaklarda Sığır ve Fil sürüleri, Hint Ceylan'ları, Yaban Keçi'leri, Çakal'lar, Fransa'da Yaban Domuz'ları, Galler'de Yaban Keçi'leri, Şili'de Puma'lar, Japonya'da Geyik'ler, İspanya'da Fok Balık'ları...

Bütün bu yer değiştirmiş absürt geçici hayat görüntüleri o kadar çok ders verici ki anlayana. Sanki bir film kurgusu gibi: evcil insanlar mecburen içeri, diğer yaban canlılar ise o mecburi “ev”in dışındaki aşırı sahiplenilmiş gibi algılanan ve fakat aşırılaştırılmış bu kurgusal “dışarı”ya insanların sözde egemen yaşama alanlarına...

Açık; bu geçici yer değiştirme elbette geçici ama insan toplulukları için ise oldukça yeni bir döneme işaret ediyor. Yalnızca bir salgın felaketi değil aynı zamanda salgın öncesinde de içinden geçiyor olduğumuz büyük bir insanlık krizinde yeni bir aşamaya hızla evrilmiş durumdayız şu an. Hayat hiçbir zaman boşluk kaldırmaz. Yerini dolduracak olan hemen devreye girer istemez.

Demek ki neymiş? Amerika dedikleri “süper” o kadar da süper falan değilmiş?

Demek ki o Avrupa dedikleri sözüm ona 200 yıl öncesinin Aydınlanma Devrimi Avrupa'sı, İngiltere'si, Fransa'sı, İtalya'sı, İspanya'sı ise birer tevatürden ibaretmiş yalnızca? Kendi devrimci geçmişlerini dahi tersine çevirip kendilerince yalancı kof bir düzene sahiplermiş üzerimizde?

Tarih tam da böyle bir şeydir işte! Böylesi büyük kırılmalar süreci öyle bir noktaya sürükler ki tarih birden ardı ardına yeniden yeniden kırılır ve artık başka bir zamana geçilir.

Lübnan asıllı Fransız romancı Amin Maalouf, İspanyol şairlerinden Pedro Calderon'dan bir alıntıyla “Felaket göz göre göre gelmez” diyor ama çağımızda hala gelebiliyor göründüğü üzere.

Maalouf'a kalırsa dünyayı yeniden icat etmemiz gerekiyor.

Doğrusu ya; ben ise ne demeye çalıştığını şöyle anlamak yanlısıyım: İnsanlık yeni yepyeni bir dünya kurmanın arefesinde şimdi tam da...