Hayatı idame
Ekonomist değilim, ama biraz ekonomi yazayım size....
Başlıktaki tanım, hayatta kalma demektir. Bunu düşman topraklarında ve her türlü olanaktan mahrum kalma olasılığı olan komandolara ve pilotlara öğretirler... EKK (esaretten kaçma kurtulma) ya da düşman hatları gerisinde kalma senaryolarında, askerin dost kuvvetlerle buluşuncaya kadar hayatta kalmasını sağlamak içindir. Derstir... Aslında en çok ekonomistlere verilmesi gerekir.
Normal koşullarda acıktığında yemek, mermisi bittiğinde cephane, ihtiyaç duyduğunda silah veren bir kaynağı artık yoktur. Yemek bulacak, silah üretecek ve barınacaktır. Bunun için birinci kaynağı iradesi ve bilgisiyle içinde bulunduğu koşulları olanağa çevirme yeteneğidir.
Suyu ve yiyeceği bulunduğu bölgeden temin eder, az olacağı ve taşıma kapasitesi düşük olacağı için tüketimi düşük tutmaya çalışır. Silahı, içinde bulunduğu bölgenin olanaklarından ve eski silahlarına göre biraz ilkel de olsa kendisi yapar, mızraktır, taştan baltadır, sapandır, ama kendisini korumaya yeter. Dost kuvvetlere doğru ilerler, yerlerini hafızasıyla, istikametini Çoban Yıldızına bakarak tayin eder.
Ya da...
Bütün bu zahmetlere girmez ve kaçtığı düşmana teslim olur... O zaman yemek de var güvenlik de... Silaha zaten ihtiyacı olmaz ya da düşmanın askeri olur ve onun hedefleri için onun nöbetini tutar. Bu bir seçim meselesidir.
Demem o ki, içinde bulunduğumuz büyük ekonomik kriz bir sonuçtur ve bu sonuçtan kurtulmanın tek yolu bağımsızlık kararlılığıdır. Bölge ülkeleri müttefikimizdir, arazi bizimdir, Çoban Yıldızı parlamaktadır. Biraz çile çekilecektir, kaçınılmaz. Ama, tarih değişecektir.
Yoksa, bu krizden kurtulmak için “ABD ile ilişkileri düzeltmemiz gerek” diyenler ekonomistse ben de Julius Caesar’ım...
KENDİ KENDİNE
Rusya S-400 hava savunma füzeleri satıyor.
Çin nükleer santral kuruyor.
BRİCS açıkça davet ediyor.
İran’dan petrol alınıyor.
Ta Venezüella’dan altın geliyor.
ABD ise “yakalanan ajanlarımı geri ver” diye tehdit ediyor.
Sizce de yeni bir dünya kurulmuyor mu kendi kendine?
İKİ YÜZ
Tarih 3 Aralık 2014, Yeni Akit internet sitesinde başlık şu: “Nureddin Yıldız Hocaefendi kadınların çalışması meselesini, çarpıcı örneklerle de süsleyerek açık bir dille anlatıyor...” Videoda ise şöyle deniliyor: “Çalışan kadın fuhuşa hazırlık yapılan sürece destek oluyor...” Yani diyor ki, “kadın çalışmasın, çalışırsa fuhuşa yol açar...”
Nurettin Yıldız, Akit’in genel kanısına uygun konuştuğu için böyle sevinçle manşet yapılıyor. (Kendisinin, 6 yaşındaki kız çocuklarının evlenebileceği, baharat, et, kakao, ketçap gibi gıdaların ‘şehvet uyandırıcı şeyler’ olduğu, kadın dayak yiyorsa şükretmesi gerektiği gibi açıklamaları vardır).
Ama durun! Ya iktidar farklı konuşursa...
Tarih 21 Nisan 2018. Bu kez Emine Edoğan’ın kamuda çalışan kadın oranı ile ilgili övgülerini sevinçle haber yapmış: “Kamu kurumlarında kadın çalışan oranı yüzde 37’lerdedir. Bu güzel gelişmeler elbette yeterli değildir. Asıl olan sürdürülebilir kalkınma hedeflerimiz içinde, kadınları, kalkınmanın sadece destekçisi değil, öznesi haline getirmektir.”
Emine Erdoğan’ı alkışlayınca kafa değişiyor mu?
Tarih, 25 Temmuz 2018. Yeni Akit yazarı Vehbi Kara, “Kadın yuvasına dönmelidir” başlıklı yazısında: “Kadınların çalışma hayatına girip erkeklerle fink atması, kadın istismarının reklamlar ile yayılması, hayâ denilen mefhumun yok edilmesi kötü ahlakın toplumun her kesimine yayılması sonucunu doğurmuştur.”
Örnek çok da uzatmıyorum. Yani bu kafaya göre kadın çalışmamalı, çalışırsa fuhuş dahil her şeyin kaynağı olabilir. Ama kadının çalışmasını isteyen iktidar ya da Emine Hanım olursa da manşetten alkışlanabilir.
Geçen hafta bu konuda attıkları son manşet ise şöyle: “Batı’nın ikiyüzlülüğü tescillendi. Başın açıksa iş var, örtülüysen iş yok...”
Bu kez de Batı’ya kızıyorlar. Başı örtülü kadına iş vermedikleri için...
Diyelim Batı iki yüzlü, ya bunlar?
YANSITMA
Atasözlerimizde var “Kişi kendinden bilir işi...”
“Ama sen psikiyatrist değilsin” saçmalığıyla karşılaşmamak için belirteyim, bir psikiyatristten görüş aldım.
Doktorlar, yansıtma diyorlar. Psikopatolojide paranoya ile birlikte anılan bir savunma mekanizması. Kişi kendisinde bulunan ve bulunmasından ya da bunun bilinmesinden rahatsızlık duyduğu bir özelliğini başkalarına da yansıtarak kendini savunur...
Herhangi bir olayda aklına ilk gelen odur.
Venezüella Devlet Başkanı’na yapılan suikast girişimi hakkında, hemen ve bu yönde bir tek kanıt olmamasına rağmen twitterdan “kontrollü suikast” imasında bulunup, oradan da 15 Temmuz’a gönderme yapan CHP’li Öztürk Yılmaz’a ne diyeceğiz? ABD’nin düşmanı Türkiye’nin dostu olanlara bu düşmanlığın nedeni ne olabilir? Ben bir açıklama yapamadığım için “bunu yazan da kontrollü” demiyorum da... durumu doktorlara havale ediyorum!
ASIL HEDEF
Medya Papazı konuşuyor, Kıbrıs’ta pasaportu, Dolar’ın yükselişini, İran’a ABD yaptırımlarını...
Ya Münbiç ve Fırat’ın doğusu?
Bu hafta ABD ordusu PYD’ye iki yüz kamyon daha malzeme gönderdi.
Türk Dışişleri heyetinin ABD ile görüşmeleri sonuçsuz kalmaya mahkûm.
ABD’nin bize saldırmayı bırakmak için istediklerini verebilir miyiz? İşler bu noktaya geldikten sonra baştan alıştırdığımız gibi “al gülüm ver gülüm” olur mu?
ABD ile aramızdaki çok sayıda uzlaşmazlığın düğüm noktası Fırat’ın doğusu.
Türkiye’de bir zamanlar siyaseten karşı karşıya olan pek çok kesimden insan, bu somut tehdit karşısında bugün yan yanadır. Ortadoğu’da bir zamanlar karşı karşıya olan ülkeler bu ortak tehdide karşı bugün yan yanadır.
ABD’nin en ufak esnemesi yenilgisi olur, bölge ülkelerinin en ufak geri adımları bölünmeleriyle sonuçlanır. İşte bu nedenle bütün görüşmeler sonuçsuz kalıyor.
Artık ABD eskisi kadar güçlü, bölge ülkeleri de eskisi kadar güçsüz ve yalnız değil... Belki araçlar gönderip güneşe dokunuyor, ama bir Esad’a dokunamıyor artık, Kaddafi’ye dokunduğu gibi...
ABD’nin asıl hedefi Türkiye, ama bakın göreceksiniz insanlık tarihinin hedefi ABD emperyalizmidir. Kaçınılmaz bir son hesaplaşmadan sonra o tarihe gömülecektir.
TEKNOLOJİK ESARET
Aslında suçlu teknoloji değil, onu doğru kullanamayan insan...
Özellikle bankalar ve büyük şirketler, çağrı merkezlerinden yararlanıyor. Bu merkezler, standart cevaplardan oluşan bir bant kaydı dinleten ve bunu yaparken sizi verem eden bir sistem; bir de son derece kibar bir ses tonuyla konuşan ama bundan daha hasta edici insanlardan oluşuyor.
Bu yüzden de adına Türkçe “Çağrı Merkezi” yerine İngilizce “kol sentır” diyorlar. Hani adamı hasta ediyor ya... O bakımdan...
Aradığınızda önce “Sayın Oktay Yıldırım kalite standartları gereği yapacağınız konuşma kayıt edilmektedir, bizi aradığınız için teşekkürler” diye başlıyorlar. Biraz sonra size uygulanacak sanal şiddetten zevk alan kişiler tarafından bir tuzağa düşürüldüğünüzü ve bu yüzden teşekkür edildiğini anlıyorsunuz. Tıpkı bir örümceğin ağına takılan sineği yerken, şükretmesi gibi...
“Oktay Yıldırım değilseniz 1’e basın. “Pliis pres nayn for İngliş menüu’’ sesini de sessizlikle geçiştirince... O dehşet verici süreç başlıyor: “Bankacılık işlemleri için 1’e, sigorta işlemleri için 2’ye, hesap özetleri için 3’e, hâlâ kafayı yemediyseniz 4’e, daha hızlı kanser olmak için 5’e, ana menüye dönmek için 9’a basınız.” Her sayıda farklı bir menü açılıyor ve siz aradığınız seçeneği bulamadığınız için defalarca çeşitli menüler arasında çeşitli tuşlara basarak kansere bir adım daha yaklaşırken, o özlediğiniz, bilgisiz de olsa kibar, beceriksiz de olsa en azından insan olan “müşteri temsilcisi”ne ulaşmak istiyorsunuz... Bazen telefonu birkaç kez kapatıp yeniden aynı aşamaları geçerek, bazen de yaklaşık 10-15 dakikalık bir eziyetten sonra insanın ilk izine rastlıyorsunuz: “Müşteri temsilcisine bağlanmak için 9’a basınız...” Aman Tanrım! Beklemeyin basın, hemen 9’a basın...
Ama durun, o müstesna insan hemen çıkar mı telefona? Ses yeniden: “Şu anda bütün müşteri temsilcilerimiz başka müşterilerimize hizmet vermektedir, tahmini bekleme süreniz 3 dakikadır...” Vallahi yalan, billahi yalan. Ama bekliyorsunuz işte, siz üç dakika geçtiğine eminsiniz ama defalarca aynı sesi duyuyorsunuz. Bu arada o mide bulandırıcı reklam müziğine de katlanmak zorundasınız... Yani kansere doğru tam yol ileri... Aradan belki 4, belki de 5 tane 3 dakika geçtikten, ve siz telefona ilk çıkana sövmeye defalarca karar verdikten sonra: “İyi günler, ben Murat nasıl yardımcı olabilirim” sesinin yarattığı bütün bu çileden kurtulacağınız umudu küfretme kararlılığınızı bir anda ortadan kaldırıyor.
Derdinizi anlattıktan sonra, “Annenizin kızlık soyadının 3 ve 5’inci harfleri” ile doğum tarihinizin cilalı taş çağına mı, yontma taş çağına mı ait olduğu gibi güvenlik sorularından geçiyorsunuz. “Şu anda kontrol sağlıyorum efendim” cevabı ağır yaralıya verilen morfin gibi rahatlatıyor: “Helal olsun be, hemen çözecek valla...”
Aradan bir dakika geçtikten sonra yine “şu anda gerekli kontrolü sağlıyorum efendim”, sonra bir dakika daha ve yeniden ve yeniden...
Defalarca yapıldığı söylenen kontrollerin sonunda Murat namlı makina suratlı ile tekrar konuşmaya başladığınızda, içinizdeki rahatlama gitmiş ve “ulan ne kafasız adam, hâlâ yapamadı bir şeyi” düşüncesi çoktan oluşmuştur... Çünkü Murat size yardım edemiyor. Ya başka numaraya, ya şubeye, ya da internet bankacılığı sitesine yönlendiriyor.
Bu arada en az 30 dakika ücretli telefon konuşması yapıyorsunuz, ama sorunu çözemiyorsunuz.
Çoğumuz bu şiddete maruz kaldık, kendi paramızla rezil edildik. Bu artık sıradan... Hatta sıra dışı olan buna alışamamak ve bu muameleye sinirlenmek. Vahşi kapitalizmin, insanı makineleştiren ve insani bütün niteliklerimizi yok eden dünyasının bize sunduğu en belirgin şey bu işte: Teknolojik esaret...