Hébert’i unutarak Robespierre savunulamaz
“Jakoben kulübü devam etseydi Robespierre’in yanında otururdum. Halka olan derin ve ince saygısı dolasıyla Robespierre büyüktür.”
Jean Jaurès
“Proletaryanın yöntemi Jakobenizm olacaktır. Burjuvazinin Jakobenizm'den nefret etmesi doğaldır. Küçük burjuvazinin ondan ödünün kopması doğaldır. Sınıf bilinçli işçiler ve genel emekçi halk, iktidarın devrimci, ezilen sınıfa geçişine güvenmektedir ki bu Jakobenizmin de özüdür.”
Lenin
1900’lerin başında Troçki bir toplantıda Lenin’e ‘Maximilien Lenin’ diye seslenir. Troçki’nin, Lenin’i Robespierre’e benzeterek eleştirmesi üzerine, Lenin böyle bir benzerlikten gurur duyacağını söyler.
Sosyalizmin nasıl gerçekleşeceğine dair tartışma her ne kadar Lenin ve Jaurès’i karşı karşıya getirse de onlar Robespierre’in mirasında birleşmişlerdir.
Michelet’den Aulard’a kadar devrim tarihi çalışmalarında Robespierre karşıtlığı baskınken, Jaurès ile birlikte Robespierre’e sahip çıkan bir literatür başlamıştır. Jaurès, Robespierre’e sahip çıkıp onu tiranlıkla suçlayan tarihçilere karşı Robespierre’i halkın sesi olarak ortaya koyan tarihçilerin başında gelir.
Jaurès’in Robespierre savunusunda, derin tarih bilinci ve politik tavrı kendisini gösterir. Jaurès, kişiler etrafında kamplaşarak yazılan tarih yazımına karşı yeni bir bakış açısı sunmuştur.
Devrim tarihini, olguları, olayları ve kişileri tarihsel bağlamda ele alarak siyasi tarihin yerine toplumsal tarihi merkezine almıştır. Jaurès’e göre devrimin aktörü, kişilerden ziyade Fransız halkı, kitlelerdir. Bundan dolayı Jaurès her kişiyi veya siyasi olayı halk kitleriyle ilişkisi bağlamında ele almıştır.
Bir anlamda Jaurès ‘aşağıdan tarih’ yaklaşımının ilk örneklerini vermiştir. Jaurès, kendisinden sonra Mathiéz, Lefebvre, Soboul, Vovelle gibi Marksist ya da Marksizm’e yakın tarihçileri etkileyerek, halk kitlerini, zanaatkârları, köylüleri, Sans Culottes’ları (Baldırı çıplaklar) merkeze alan tarih çalışmaların ortaya çıkmasında önemli rol oynamıştır.
Jaurès “İnsan hayatının ekonomik temellerini ortaya çıkarmaya çalışacağız” diyerek Marx’ın tarih metodunu kullanır. Sınıf mücadelesini tarihin motoru olarak görür: “İhtiyaç duyulan şey sınıfsal eylemdir, yani hizip eylemi değildir” diyerek Fransız Devrimi’ndeki fraksiyonları sınıfsal bakışla inceler.
ROBESPİERRE VE DEVRİMCİ ŞİDDET
Fransız Devrimi’nin imgesi 19. yüzyılın sonlarında Fransa’da bütün canlılığı ve gücüyle etkiliydi. Devrim geçmişte kalan bir tarihi olay değil, adeta gündelik hayata etkisi olan yaşayan, devam eden bir olaydı. Tocqueville başta olmak üzere devrim tarihi üzerine eser yayımlayan herkes o günün aktif bir politik figürüdür tıpkı Jaurès gibi. Bir anlamda siyasi kamplara bölünmüş Fransa’da, bulunduğu siyasi tarafa göre Fransız Devrimi yorumlanmıştır.
Muhafazakârlar 1791 yılının krallıkla parlamentonun ‘uzlaşma’ dönemini yüceltirken, ılımlı cumhuriyetçiler Danton’u, radikal cumhuriyetçiler Robespierre’i kendilerine önder seçerken, yükselen sosyalist hareket ise Marat, Hébert, Jacques Roux ve Babeuf gibi sol radikal figürleri öne çıkartmaktaydı.
Liberal ve muhafazakâr yazarları Fransız Devrimi eleştirilerinin merkezine, kitlelerin şiddet eylemleri ve Terör Dönemi uygulamaları koyar. Jaurès ise, bütün bu şiddet eylemlerini tarihsel bir zemine oturtur ve devrimci geleneğin şiddete bakışını aktararak karşı bir tarih yazımı ortaya koyar.
Bastille’nin ele geçirilmesinden sonra 25 Temmuz 1789’da gerçekleşen şiddet olaylarında Babeuf’un gözlemlerini aktarır: “Efendiler, bizi düzene sokmaktansa bizi barbar yaptılar; çünkü kendileri de barbardı. Ektiklerini biçtiler ve biçecekler.” Jaurès, Babeuf’un bu sözlerini “Modern komünizmi yaratan bu adamın, insanlık ve erdem dolu asil sözlerini okumak bizim için büyük bir gurur” diyerek yorumlar.
Jaurès, kitlelerin eski rejime ve onun temsilcilerine gösterdiği şiddeti, eski rejimin vahşi bir mirası olarak yorumlar ve baskıcı rejimin barbarlığından sosyalizmle kurtulup özgürleşeceğimizi söyler.
Kuşkusuz Terör Dönemi ve Robespierre’in rolü çok daha tartışmalıdır. Robespierre’i şiddet yanlısı, Terör Dönemi’ni insanların kendilerini kaybettikleri çılgınlık olarak gören muhafazakar yazarlara karşı Jaurès titizlikle incelediği birincil kaynakları ortaya koyar.
İç ve dış savaşla büyük yıkıma doğru giden Fransa’nın ayakta kalabilmesi için zorunlu olarak alınan önlemleri sıraladıktan sonra Jaurès, özellikle Sans Culottes ve Enragés gibi radikal demokrat halk hareketlerinin aşağıdan baskılarıyla Robespierre’in birçok sert uygulamayı hayata geçirdiğinin altını çizer. Olağanüstü koşulların olağanüstü kararlar gerektirdiği bu dönemde, savaştaki orduda disiplini sağlamak, halkı aç bırakan istifçilerin üzerine gitmek, kamu güvenliği sağlamak, halkın yakıcı ihtiyaçlarını sağlamak için Jakobenler’in iktidarında bu kararlar hayata geçirilmişti.
Bununla birlikte Jaurès, Robespierre’in ruhunun derinliklerine kadar nüfuz etmektedir: “Şiddetten gittikçe daha çok nefret ediyordu çünkü şiddeti önleyemiyordu ve sanki şiddetle uyum içindeymiş gibi görünüyordu. Kalbinin derinliklerinde ise, tarihin gözü önünde, ondan kurtulmak istiyordu.” Jirondenlerin devrilmesi sonrası 77 Jironden üyesinin giyotine gitmesini Robespierre’in engellemesini ise Jaurès, onun elinden geldiğince şiddeti durdurmak için çabaladığının örneklerinden biri olarak göstermektedir.
Yine de Jaurès, başta Danton, Desmoulins, Hébert olmak devrimci liderlerin giyotine gitmesinin devrimi adım adım zayıflattığının altını çizer: “Dünyadan koparılan tüm bu yaşamlar, Devrim’in köklerinden bir parçayı da beraberlerinde götürüyorlardı.”
Jaurès, hizipler yenildikten sonra Robespierre’in yeni bir siyaset üretememesini eleştirir: “Terör Dönemi, normal bir yönetim şekli olamazdı ve savaşta da sonsuza kadar sürdürülemezdi [...] Hébert ve Danton’un tasfiyesinden sonra Robespierre olayların tek sorumlusu olduğu zaman, Devrim’i hangi yöne yönlendirmek istediğini açıkça söylemeliydi. Fakat bunu yapmadı ve Robespierre’in yanında yer alan mağrur ve cesur Saint-Just, ölüme meydan okumaktan vazgeçmişçesine, sessiz kalmayı ve beklemeyi tavsiye ediyordu ki, bu da yaygın bir belirsizliğe neden olduğu için ölümcül bir tavsiyeydi.”
Jaurès’in, Robespierre’in kendisinin ve devrimin düşüşünü engellemek için alması gereken önlemleri tartışması oldukça önemlidir. Ne var ki, Robespierre ve Jakobenler kendi sınıflarının tarihsel sınırlarına dayanmışlardı. Soboul’un ifadesiyle Jakobenler “burjuvaziye yakınlaşamayacak kadar halkla birlik olmuşlardı fakat, halka ve onun özel mülkiyeti sarsan özlemlerine yanaşamayacak kadar da burjuva olarak kalmışlardı.”
DEVRİMİN MİRASINI RADİKALLEŞTİRMEK
Emperyalist ülkelerin kendi devrimlerindeki büyük devrimcileri tarihin karanlığına gömmeye çalışmasına karşın, bu eşsiz devrimci liderleri savunurken, devrimin en önemli yaratıcılarından, halkın sözcüsü olan radikal devrimcileri de hatırlamak hayati önemdedir.
Ancak solun kendi tarih anlatısında dahi, toplumsal devrimlerdeki radikal akımlar gölgede kalabilmektedir.
Büyük Fransız Devrimi’nin parıltısı ‘bozulmaz, satın alınamaz’ Robespieere’in kişiliğinde cisimleşirken, Sans Culottes’ların lideri Hébert nadiren hatırlanır.
İngiliz Devrim’i Cromwell’in güçlü kişiliğiyle özdeşleşirken, radikal kanattaki Eşitlikçiler’in lideri Albay Rainsboroug ve Kazıcılar’ın lideri Gerard Winstanley de Hébert ile aynı kaderi paylaşır.
Eşitsizliğin toplumun büyük çoğunluğu tarafından katlanılamaz hale geldiği bugün, hegemonyasını kaybetmekte olan neoliberalizme karşı sol yaratıcı, radikal ve yeni politikalar üretebilmesi için, tarihindeki radikal damarı yeniden keşfetmelidir.
Hébert’i unutarak Robespierre savunulamaz, sadece Robespierre savunularak ise yeni bir toplum kurulamaz.
Fransa’da aşağıdan gelen radikal hareket dizginlenmek için Hébert giyotine yollanmıştı. Hébert’in idamıyla devrime sırtını dönen Parisli Sans Culottes’lar, bu tavırlarıyla maalesef Robespierre’in düşüşünün önünü de açmıştı. “Devrimi dondurduk” diyen St. Just, Jakobenler’in ve devrimin trajik sonunu ilan etmişti.
Devrimin yıl dönümünde, dünyanın tüm büyük şehirlerinde kent hareketleri yükselirken sokağın ruhunu yakalayan devrimci imgeleri canlı tutmak, iktidarı almak isteyen solun kaçınılmaz görevidir.
Robespierre’leri yaratan radikal halk hareketleriydi, bu radikal kitlelerin değerlerini, tutumlarını, tepkilerini, umutlarını dile getirense radikal önderlerdi. Daha önemlisi bu radikal önderler devrimin oklarını ne kadar uzağa atabilmişlerse, Robespierre’i, Cromwell’i de devrimi sınır ucuna kadar devam ettirmeye zorlamışlardı.
Jaurès’in de belirttiği gibi: “Toplumsal devrim yalnızca koşulların zorlamasıyla gerçekleşmeyecek. Devrim, insan gücüyle, bilinç ve iradenin enerjisiyle gerçekleşecek. Tarih, insanları bireysel kahramanlık ve soyluluk ihtiyacından muaf tutmayacak.”