Hem kurban hem yargıç: İhkak-ı hak
Türk sinemaseverlerinin daha çok Çharles Bronson’lu DeathWish (ve de The Mechanic) filmleriyle tanıdığı İngiliz yönetmen Michael Winner’in (1935-2013) sözünü ettiğimiz bu filmleri başta Avrupa ülkelerinin büyük bir kısmıyla, dünyanın gelişmiş diğer ülkelerinin televizyonlarında ancak, gece saat 24’ten sonra gösterilme olanağını bulmuştur. Sinemalarda hiçbir kısıtlamaya tabii olmayan filmlerin kimi ülkelerin TV’lerinde 24’ten sonra gösterilebilmesinin tek nedeni ise, hukuk dilinde ihkak-ı hak olarak adlandırılan suçu ya da suçları içermesinden ve de bu suçu işleyenleri kahramanlaştırmasından ötürüdür. Winner’in sözü edilen filmlerindeki kahramanları (ki o kahraman Çharmles Bronson’dur) haksızlığa uğrayıp, adaleti kendi yasalarına göre yerine getirir. Yani bir açıdan hem kurban, hem yargıçtır. Charles Bronson’un bizdeki karşılığına denk düşen oyuncu ise Yılmaz Güney’dir. Güney’in de oynadığı ve de yönettiği çoğu filmde adalet, kahramanın kendisi tarafından, kendisine uygulanan yöntemle yerine getirilir. Yani; dişe diş, kana kan…
İhkak-ı Hak; Bir kimsenin, hükümete müracaatta muktedir olduğu halde, iddia edildiği bir hakkı almak maksadıyla, şiddet kullanarak kendiliğinden hakkını elde etmesidir. İslam hukuku literatüründe ise mahkeme kararı olmadan şahısların bizzat haklarını alma anlamına gelir.
Ali Kaya“İslam Hukukuna Göre İhkak-ı Hak”adlı çalışmasında bu konuya şöyle özetler:
“…Zaman zaman devlet otoritesi zaafa uğrar ve yeterli düzeyde işlemeyebilir. Bunu fırsat bilen bir takım kişiler kendilerini, kanunların önünde ve üstünde görerek hak ihlallerini gidermede devlet otoritesini kullanma gereğini duymazlar. Bu yüzden bizzat kendileri hak alma teşebbüsünde bulunabilirler.
Kendilerini, kamu düzenini sağlayan kanunların üzerinde görenlerin eylemleri, kendi haklarını alma gibi bir gerekçeye dayansa da hukuka aykırı sayılır. Fakat kanunlara saygılı oldukları halde şahıslar, idari ve adli mekanizmanın iyi işlememesi ya da yetkili makamları harekete geçirme imkanı bulamamaları nedeniyle, haklarını bizzat korumak mecburiyetinde kalabilirler. Bu durumda olan şahıslar, sayılan gerekçelerden dolayı, esasen hukuk tarafından yasak olan fiillerin hukuka uygun olduğunu, bu nedenle de sorumlu tutulmamaları gerektiğini iddia edebilirler… “
Diğer ülke TV’lerin de suç değilse bile belirli bir kesimin korunması için sakıncalı görülüp gösterimi sınırlandırılmış olan bu tür durumları içeren filmler, ne var ki bizim sinemamızda ve TV’lerinde baş tacı edilerek, yıllar yılı, hiçbir engel ya da kısıtlamayla karşılaşmadan gösterimlerini sürdürmüşlerdir. Dahası bu durum, günümüzde sinemalarda değil ama, TV’lerimizdeki dizilerde, edindikleri hatırı sayılır taraftarları ve de izleyenleriyle baş tacı edilmiş, adeta TV dizileri alanında bir salgının – ya da bir moda veya bir eğilimin- sonucu model ya da “kült” haline gelip-getirilen diziler olmuşlardır.
İhkak-ı Hak olgusu devlet otoritesinin zaafa uğradığı dönemlerde iki şekilde ortaya çıkar. Biri güçlülerin değil de haksızlığa uğrayanların yanında yer alarak (ki Güney’in filmleri böyledir), bir diğeri ise; bu boşluğu yasa dışı yollardan, zor, zorbalık, şiddet ve entrikalarla kendisini adaletin yerine konumlayarak. Birincisinde kahramanlar ne kadar güçsüzlerin, mazlum ve mağdurların yanında ise, ikincisinde ise bir o kadar uzağındadırlar…
Nedense bu konu aklıma düştü… Yıllar yılı birçok TV’de yayınlanan dizilerde, mafya ile vatan millet adına ne konumlandırılıp ekildiyse, aşimdilerde yaşadığımız gerçek hayatta da o biçiliyor gibi…
Değişmeyen tek şey ise: dizilerdekini gerçek, gerçekte olan biteni ise dizi gibi izleme alışkanlığımız…
Kimileri; sahipsiz yaşayamamanın onursuzluğunu bir türlü, içlerinden söküp atamıyor…