Her önüne gelen film yaparsa...
Sinema literatürüne "sanat filmleri", "minimalist filmler" ya da son tanımlamasıyla "festivallik filmler" yakıştırmalarıyla geçen, küçük bütçeli ve dar kadrolu filmlerin gişedeki başarısı ne yazık ki hiç de iç açıcı değil. Hatta beklenenin de çok altında bir açıdan seyircisizliği oynuyorlar. Bu beklenmedik bir sonuç değildi, ama birileri nedense inatla Türk sinemasının içine düştüğü çıkmazı göremeyerek -ya da çeşitli nedenlerle görmek istemeyerek- bir atılım içinde olduğunu söyleye dursunlar. Ama gişe gelirleri hiç de öyle söylemiyor, galiba birileri yanılıyor. Yanılmaya nişe yalnızca seyirci sayısı.
Tecimsel amaçlı, festivaller ve de ödüllerle pek bir derdi olmayan, yalnızca seyirciye oynayan, hoş ama içi boş, sabun köpüğü tadındaki eğlencelik filmler bir yana bırakılırsa, 2013'ün Türk filmleri açısından ortaya çıkan manzara hiç de hoş değil, hatta giderek korkutucu.
Ama böylesine bir durumla karşı karşıya kalınmasını sürpriz olarak tanımlamak da olası değil. Önceden sonuçları belli olan bir seyirdi. Onun için bu tür gişe ve seyirci açısından birilerini suçlamak gereksiz ve de anlamsız.
Peki böylesine filmler niye yapılıyor? Daha önce de söz etmiştik, bu filmlerin yapılma nedenlerinin başında -biraz garip ama- cahil cesareti ile küçük hesap oyunları geliyor. Cahillik, son beş-altı yılda adana, Antalya ve de benzeri festivallerde gelişi-güzel dağıtılan ödüllerin cesaretinden, hesap oyunları ise seyirciyi bir kenara itip, filmlerine harcadıkları paranın iki mislini kazanma yolundan geçiyor. Yani bu filmler, seyircisiz ama ziyan etmeyen filmler olma özelliğini taşıyor.
Nasıl mı? Bu filmlerin bir çoğuna baktığımızda bir çoğunun Kültür Bakanlığının deştiğiyle yapıldığını görüyoruz. Yani, yapısı, sinemayı algılayışı ve üyelerinin birikimleriyle kuşku götürür bir kurul olduğu artık iyiden ortaya çıkan bir grubun destek verdiği filmler bunlar. Destek alan filmlerin bir çoğunun, ne yazık ki, kendilerine verilen desteğin yarısını bile filmlere harcadığını söylemek çok zor. İki üç kişiyle tek bir odada, hiçbir yapım masrafına gereksinme duyulmadan çekilen bu filmler, daha işin başında karlı bir konuma geliyor ya da getiriliyorlar. Yani; al parayı, bir kısmınla film çek, çektiğin filmi de bir festivalle gönder, eş dost, pazarlama yöntemleriyle de bir ödül al, gerisi kolay.
Yani bu tür filmlerin büyük bir çoğunluğu, seyirciye filan oynama yerine festivalle oynamayı tercih ediyor. Bu hem karlı, hem zahmetsiz, hem de statü kazanmayı beraberinde getiren geçerli bir yöntem. Sanırım 2010'lu yıllar ilerde incelendiğinde, araştırmacılar, bol ödüllü, ama seyircisiz filmler konusunda bir hayli sıkıntı çekecekler, belki de böylesine bir işe akıl erdirmenin zorluğunu yaşayacaklardır.
Dünyada; bol ödüllü, ama gösterime girecek sinema dahi bulmakta zorluk çeken, bulanların ise boş koltuklara oynadığı filmlerle ayakta kalmaya çalıştığı bir ülke yoktur herhalde. Kimileri bu tür filmlere "sanat filmleri" diyorsa da, sakın aldanmayın. Böylesine bir yakıştırma en azından Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim, Reha Erdem başta olmak üzere bir çok ustaya saygısızlık olur.