Holding medyasının üstüne titrediği süreçlerin akıbeti
Holding medyasındaki haber ve tartışma programlarının bir değişmezi var. Hep bir sürece halel gelmesin diye, üstüne titreme durumundalar. Sürecin içeriği döneme göre değişiyor. Ama temel eksen millicilik karşıtlığı. Artık durumdan vazife mi çıkartıyorlar, yoksa yeni nesil bir "navigasyon" teknolojisi mi devreye giriyor, orasını bilmek bir "olay yeri araştırması"nı gerektiriyor. Öte yandan holding medyasının gözü gibi koruduğu bu süreçlerin ve akıbetlerinin bir dökümünü yapmak öğretici olabilir.
AB ve borsa
Bir dönem AB ile yatıp kalktık. Gündelik yaşamımızda AB üyeliğini tehlikeye sokacak bir iş yapmayalım diye çizelgeler yayımlandı. Programlar sabah AB üyeliğinin nimetleriyle açılıp, akşam "bugün AB için ne yaptık?" duasıyla son buldu. Bugün AB'den sorumlu bakanlık, AB sürecinin cenazesini kaldırma zahmetine katlanan çıkmadığı için varlığını sürdürüyor.
Bir zamanlar ülkemizde en heyecanlı naklen yayınlar, borsadan yapılırdı. Herkes lâfını önce "Borsa üstündeki etkisi ne olur?" diye tartar, sonra harcardı. Demecin dozu ve zamanlaması, borsanın nabzına göre ayarlanırdı. Borsa Türkiye'nin kalbi muamelesi gördüğü için, hava durumu kaçırılır, borsa durumu kaçırılmazdı. Kanalların borsa uzmanları, ülkemizin en tanınmış simaları haline gelmişti. Küresel krizin patlak vermesinden bu yana, borsa artık borsacılara bırakıldı.
Suriye
Suriye'ye karşı yıkım süreci başlatıldığında, Angelina Jolie'nin "insani görev" sosu eşliğinde, "bir koyup çok almak" için Esad sonrası Suriye tartışmaları yeri göğü kapladı. İlk günlerin hazırlıksızlığıyla, bazı kanallar aynı haberleri birkaç gün üst üste verdiler. Sırf Suriye'ye karşı savaş rüzgarları kuvvetini kaybetmesin diye. İş uzayınca, bir süre Amerika düğmeye ha bastı, ha basacak beklentisiyle oyalandık. Sonunda iş gelip Beşar Esad'la Cenevre'de masaya oturmaya dayanınca, Suriye haberleri artık gözden düştü.
Anayasa ve Ergenekon - Balyoz
"Sivil anayasa" tartışmaları, 2007 seçimlerinin ertesinde AKP'nin siparişi üstüne hazırlanan taslağın, AKP'nin olup olmadığı sorusuyla başlatıldı. Tam AKP o dönem için anayasa değişikliğini gündeme getirmekten vazgeçmişti ki, ABD'nin uyarısıyla yargı üstündeki denetimi sağlamak amacıyla kısmi anayasa değişikliği referanduma götürüldü. Son dönemde, milletin sorunu ülkenin dört bir köşesinde yapılan Milli Anayasa Forumlarında tartışmasına koşut olarak, konu holding medyasının ekranlarında gündemden düştü. "Sivil anayasa" girişiminin kendisi de, şimdilik rafa kaldırıldı.
Ergenekon - Balyoz sürecinin holding medyası ekranlarındaki serüveni de benzer bir yol izledi. Başlangıçta numaralanarak verilen şafak operasyonları ekranlarda dalga dalga heyecan yaratırken, tartışmalar giderek çökmekte olan tertibi ayakta tutma çabalarına dönüştü. "İleri sürülen iddiaların yüzde 10'u doğru olsa, yeter" savıyla, ekranlardan "suçun sabit görülmesine" ilişkin hukuk yazınına "özgün" katkılarda bulunuldu. Bu çöküş sürecinin hızlanması, tertiplerin alelacele sonuca bağlanmasına yol açtı. Böylelikle Ergenekon - Balyoz tartışmaları ekranların gündeminden düşürülmüş oldu. Ama milletin vicdanında mahkum olan tertibin kendisi olduğu için, şimdi de karşı devrim sürecine zarar vermeden bu açmazdan nasıl kurtulunabileceğine ilişkin arayışlar ekranlara yansımaya devam ediyor.
İyimser olmamak için hiçbir neden yok
Bugünlerde holding medyasının ekranlarını işgal eden iki süreç var. Biri "açılım süreci", diğeri de "cemaat-Erdoğan" çekişmesi. Tartışmacılar bir yandan "açılım süreci"nin önü nasıl açılır diye, diğer yandan da çekişmenin tuttukları tarafın ağır basmasıyla hasarsız tatlıya bağlanması için çırpınıyorlar. Ama holding medyasının daha önce üstüne titrediği süreçlerin akıbetine bakılırsa, milletin bu konularda da iyimser olmaması için hiçbir neden yok.