Honaz’ın Menteşe Köyü
“Üreten Türkiye” programının yolu bu sefer Denizli’nin Honaz ilçesine bağlı Menteşe Köyü’ne düştü. Kıraç, dağlık bir orman köyü olan Menteşe, 1800’lerin sonuna doğru buraya yerleşen Menteşeoğlu Yörükleri ile Avşar Köyü’nden gelen Avşarların oluşturduğu bir yerleşim yeri. Eskiden özellikle keçi yetiştiriciliği yapılırmış ve köylüler süt ürünlerini Honaz’da ya da Denizli’de satarlarmış. Günümüzde ağırlıklı olarak kirazcılık yapılıyor. Sonradan 2010-2015 arasında da “Cennet Elması” tarımına yönelmişler. Bugüne gelinceye kadar neler üretildi, geçmişte durum nasıldı, bugün durum nedir, üreticiler kazanabiliyor mu? Bu sorularımızın cevabını almak ve Menteşe’yi tanımak için İsmail Kara, Arife Kara ve Muharrem Uysal ile sohbet ettik.
Halen tarımsal üretim içerisinde olan 1953 doğumlu İsmail Kara, askerden döner dönmez 1977 yılında babasına bir traktör aldırmış. Daha önce öküz ile çift sürdüklerini belirten İsmail Bey, böylece çiftçiliğe başlangıç yapmış. 6 kardeşli İsmail Bey’e babasının 60 dekarlık toprağı yetmeyince icar (kiralama) yoluyla üretim yapmış. TARİŞ ve Pancar Kooperatifi’ne üye olmuş, pamuk ve pancar üretmiş. Kıraç bir bölge olduğundan tahıl üretmek zor olduğu için bölgede pamuk ve pancar üretimi ağırlıkta olmuş, bir de TARİŞ ve Pancar Kooperatifi de olunca pamuk ve pancar hem bolca üretilmiş hem de para kazandırmış. 1985-86 yıllarında kirazcılığa başlanan bölgede 1988’de Sulama Kooperatifi kurulmuş. TARİŞ’i bir de İsmail Bey’e sorduk o da anlattı…
İLK BATAN TÜCCAR OLDU
Ekim öncesi taban gübresini, üst gübresini, çapa parasını çiftçiye uygun maliyetle veren TARİŞ bir de pamuktan elde ettiği kâr payını prim olarak çiftçiye veriyormuş. Bugün Denizli’de otobüs terminalinin bulunduğu alanda TARİŞ’in pamuk alım merkezi varmış ve çiftçiler yüzlerce binlerce römork dolusu pamuğu vermek için 2-3 gün beklermiş burada ama sonunda da çiftçinin cebine iyi para girermiş. “TARİŞ’e siyaset girdi TARİŞ bitti” diyor İsmail Kara. Bununla beraber pamuk üretimi de bitmiş. Az miktarda üretilen pamuk, bugün tüccara veriliyor. Sadece çiftçiye değil tarıma dayalı sanayi koluna da darbe vurmuş bu çöküş. TARİŞ hayattayken 3-4 adet “çırçır fabrikası” da faaliyet gösteriyormuş bölgede, bunlar da kapanmış. İsmail Bey’e “12 Eylül tarıma darbe vurdu mu?” diye sordum, “vurdu” dedi ve şöyle devam etti: “Özelleştirmeler Özal ile beraber başladı, sermaye tabana yayılacak gibi kulağa hoş gelen söylemler oldu fakat sonunda öyle olmadı, ilk batan pamuk tüccarları oldu.” Yani 12 Eylül ile başlayan devletsiz liberal ekonomiye geçiş hamlesinde atılan özelleştirme adımları sadece çiftçiyi değil aynı zamanda milli sermayeyi, sanayiciyi ve tüccarı da bitirdi. TARİŞ ve Sümerbank için “Çok büyük tesislerdi bugün kurulmak istense yapılamaz, çok zor!” diye de ekliyor İsmail Bey.
KARAKEÇİ BİTTİ GÖÇ BAŞLADI
Muharrem Uysal ise 12 Eylül’ün hayvancılığa vurduğu darbeyi anlatıyor bize. Menteşe, hayvancılıkla özellikle keçicilikle geçinen bir köymüş eskiden. Ormanlarında keçi beslenen köyde süt ürünleri üretilir satılırmış. 70’lerden başlayarak keçilerin zarar verdiği söylenerek ormanlara girmesi engellenmeye başlanmış, 12 Eylül’den sonra ise köylü üzerindeki baskılar iyice ağırlaşmış böyle olunca karakeçi bitmiş. Karakeçi bitince de köyün gençleri kentlere göçmüş. İlginçtir ki Türkiye’nin hemen her bölgesinde bu olayla birebir aynı anıları üreticilerden dinledim. 12 Eylül ile beraber Türkiye’nin üreticisine, tüccarına, sanayicisine savaş açmış bir güç sanki küçükbaş hayvancılığı da bitirmek için harekete geçmiş. Yüzlerce yıldır Anadolu’nun ormanlık alanlarında beslenen keçi, ne olduysa 12 Eylül ile beraber “orman zararlısı” ilan edilmişti. Koyun, keçi gibi Anadolu’ya en uygun ve insan sağlığı için en faydalı olan hayvanlar sanki yok edilmek istenmişti. Öyle de oldu Anadolu’daki küçükbaş hayvan sayısı hızla azaldı ve onun yerine ülkemiz yabancı ırk sığırla dolduruldu. Veteriner yüzü görmeyen yerli koyun-keçi ve hatta sığır ırklarımız yerine, sindirim, ayak, doğum, solunum hastalıkları eksik olmayan yüksek ilaç ve hekim masrafı olan yabancı ırk sığırlar el üstünde tutulur oldu. Anadolu’da söylenegelen “Buğdayla koyun gerisi oyun” sözü unutuldu.
Muharrem Bey’e göre bölgenin en önemli ürünü olan kiraz, Dünya’da birinci geliyor. “58 günlük raf ömrüyle ihracata da çok uygun olan Menteşe Kirazının aroması da eşsizdir” diye ekliyor Muharrem Bey. Fakat bu kadar özel bir kirazı pazarlama sorunu yaşadıklarından bahsediyor. Bölgelerine gelen 20-25 tane tüccarın eline kalmışlar, türlü bahaneler uydurarak, fiyat kırarak kirazlarını ucuza alıyorlarmış. “Honaz’da eksperimiz yok, soğuk hava deposu yok, işleme tesisi yok, örgütümüz yok...” diyor ve gübre, ilaç, işçilik gibi artan maliyetlere rağmen düşen kiraz fiyatlarından dert yanıyor. “Devlet destekli kooperatif kurmamız gerekiyor, Devlet denetimi şart” diye de çözümünü sunuyor.
SON NESİL
Muharrem Bey 90’lı yıllarda Afganistan-Pakistan’dan yapılan pamuk ithalatının yerli pamuğa büyük darbe vurduğunu belirtiyor. Yerli pamuğun lif kalitesi olarak çok üstün olduğunu bir anısıyla ispat ediyor. İthal pamuktan imal edilen pantolonun dizleri 4 ayda delinmiş fakat yerli pamuktan imal edileni yıllarca giyebiliyormuş Muharrem Bey. Pamuk-pancar bitince yerine üzüm bağları dikilmiş, 2000’lerde TARİŞ’in yıkılma süreci tamamlanınca üzüm de para etmez olmuş. Bağlar köklenip yerine 2000’lerde başlayıp 2010’dan sonra hızlanarak Cennet Elması (Trabzon Hurması) dikilmiş. Türkiye’deki üretimin %60’ını üreten Honaz’da Cennet Elmasının geleceğini de çok parlak görmüyor Muharrem Bey. Girdiler böyle artmaya devam eder ve ihracat yapamazlarsa Cennet Elmasını da sökeriz diyor. “Üretmeden tüketen bir toplum olmaya başladık, muhtemelen bizler çiftçilikte son nesiliz” diye de bitiriyor sözünü Muharrem Bey.
İsmail Kara’nın eşi Arife Kara 62 yaşında halen üretmeye devam ediyor. Doğdu doğalı çiftçilik yaptığını fakat bugün sadece kendilerine bakabildiklerini söyleyen Arife Hanım eskiden bir oğlunu evlendirebildiklerini, evini alabildiklerini fakat bugün girdi maliyetlerinin pahalı sattıkları ürünlerin ucuzluğundan dolayı küçük kızına bir şey yapamadıklarını söylüyor. Sigorta primlerinin yüksek olduğu için ödemekte zorlandığını bu yüzden emekli olamadığını, sağlık güvencesi olmadığını da ekliyor. Hükümetin zaman zaman köye dönüşü özendirmek için yaptığı projeler içinde “kadınlar için sigorta prim desteği” konusunu kendisine sorduğumda Arife Hanım böyle bir şey yapılırsa köye dönüşler hızlanabilir diyor. Bugün köylerimizin hemen hepsinde durum Menteşe’deki gibi. 50’li, 60’lı yaşlardaki insanlarımız biraz da şehirdeki evlatlarına destek olabilmek, evlerini kurabilmek, okutabilmek için halen çalışıp çabalıyorlar. Geçmişte yapılan hatalardan kaynaklı olarak boşalan köylerimizde kalan üreticilerimiz ise birçok zorluğa rağmen üretimde tutunmaya devam ediyor. Bugün AK Parti’nin geçmişte yapılmış hataların üzerine yeni hatalar koyarak yürümeye çalışması ise anlaşılması zor bir durum. AK Parti, piyasaya devlet müdahalesini yapabilmek için tarımsal KİT’leri yeniden canlandırmalı, üreticinin sırtındaki ithalat sopasını atmalı, çiftçilerin örgütlenmesini sağlamalı, mevcut örgütlerden siyaseti kaldırmalı, susuz toprakları suyla buluşturmalı ve rantı, sermayeyi değil üretimi önceleyen bir siyaset ortaya koymalı. Özal tarafından ithal edilen “made in USA” etiketli 1980 model özelleştirmeci, serbest piyasacı, sıcak paracı, rantçı politikalardan uzaklaşmalıdır.