19 Aralık 2024 Perşembe
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Hukuk ve Hasan Yalçın

Hikmet Çiçek

Hikmet Çiçek

Gazete Yazarı

A+ A-

“Bir kere yüksek yargıç, öyle dümdüz bir süreç boyunca, kolayca yetişmez… Yüksek yargıcın yetişmesi için uzun ve acılı bir süreç gerekir. Hukuk alanında yükselmek, örneğin elektronik alanındakine benzemez. Bir elektronik mühendisi, okulunu bitirdikten sonra bilgisini sürekli artırmak zorundadır. Oysa hukukta işleyiş tersinedir. Hukukta öğrenmek değil, unutmak esastır. Hatta unutmak da yetmez, yüksek yargıç adayı, unutmakla kalmayacak, öğrendiklerinin tersini yapmak yönünde bir ustalığı sürekli geliştirecektir. (…)

“Ama hukukun üstünlüğü diye bir şey yok muydu? Vardı tabii ama sizin düşündüğünüz anlamda değil. ‘Hukukun üstünlüğü’, hukukun her şeyden üstün olduğu, diyelim devletin de bir iş yaparken hukuka danışacağı anlamına gelmez. Hukukun üstünlüğü, masanın yüksekliği, evin genişliği gibi bir büyüklük tanımıdır. Hatta bir zamanlar bir kral veya bir imparator vezirlerine, ‘hukukun üstünlüğü yoktur’ demiştir de, zamanla o ‘yoktur’ sözcüğü unutulup gitmiştir. İşte, öylece boşlukta dolaşıp duran ‘Hukukun üstünlüğü’ biçimindeki tümce parçacığı giderek bağımsız bir anlam edinmiş olabilir. Edinmesi fena da olmamıştır. Nitekim, kendi dışında ortaya çıkan bu üstünlüğü devlet, bir masa gibi kullanmış, onun üzerine bazı kendi eşyalarını, yani kurumlarını yerleştirmiştir. Diyelim, Mili Güvenlik Kurulu, doğrudan doğruya bu üstünlük yükseltisinin üzerinde durur. İşin içine girilip bakıldığında Anayasa Mahkemesi, bir basit mahalle karakolu kadar bile önem taşımaz. Karakol polislerinin de öyle ahım şahım bir hukuk bilmelerine de gerek yoktur. Zaten biliyoruz ki, yüksek yargıçlar da hukuku çoktan unutmuş olarak ortaya çıkmaktadırlar. (…)

“Hukuk, hele yüksek yargı, gözünü hiçbir zaman siyasetin parmağından ayırmamaktadır… Gerekçe yazma işi bile otomatiğe bağlanmıştır.

“Gerekçe yazma işi dediği, şu veya bu yöndeki kararların hukuka uydurulması oluyor… ‘Hukuk, gerekçe yazma sanatıdır.’ Aynı olay hakkında birbirine 180 derece zıt kararlar için, ama gene hukuka uygun kararlar yazılabiliyormuş. İşte artık özellikle yüksek yargı bu yazma işinden de kurtulmuş. Daha önce yazılmış kararlar sınıflandırılmış olarak rafta bekliyor, siyasetin parmağı olumlu işaret ediyorsa o dosya indirilip kararın gerekçesi olarak açıklanıyormuş; yok parmak olumsuz yönü gösteriyorsa öteki gerekçe dosyası raftan iniyormuş,

“Devletin işine akıl ermiyor.”

(Hasan Yalçın -Selim Uslu-, “Devlet ve Ben”, Kaynak Yayınları, İkinci basım, 2006, s. 181- 183)