Hukukun katledildiği gün: 5 Ağustos -(TAMAMI)
Ergenekon davasında, özel yetkili mahkemenin 50’yi aşkın savunmanın alınmamasına karşın bu kararı büyük bir telaşla, ille de 5 Ağustos’ta açıklamasının nedeni, hiç kuşkusuz Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararıdır. Ne yazık ki; büyük bir hukuki maskaralık mahkemenin yüceliğine yakışmayacak bir eli çabuklukla millete yutturulmaya çalışılıyor.
Guinnes’se girebilir
Ergenekon davasının sonucunda alınan kararlar birçok bakımdan gerçekten üzücü ve düşündürücü, ama beklenenden farklı da değildir. Çünkü bu dava, Guinness Rekorlar Kitabı’na girecek kadar anlamlı ve dünyanın kullandığı modern hukuk sisteminin değiştirilmesini gerektirecek trajikomik bir örnek teşkil ediyor. Demem o ki; o kadar komik, o kadar hukuk dışı ve o kadar adalet ve hukuk sistemini altüst eden bir fantezi niteliğinde.
Ergenekon kararlarını, hukuk fakültesinin 1. sınıf öğrencilerine verseniz ve “Bunu yorumlayın” deseniz, hiç kuşku yok ki size bön bön bakacaklardır. Mahkemelerin kararları “tartışılmaz” denilir, ama ne böyle bir mahkeme dünya üzerinde görülmüştür ne de böyle garip bir hukuk anlayışı hukuki kararlarda kullanılmıştır. Yani hakimler sanki iddianamenin derinliğine inmemişler ve hukuku katletmek uğruna siyasallaşmış bir hukuk sisteminin ne olduğunu dünya âleme göstermişlerdir! Örneğin, İngiltere’de adalet mekanizması takdire şayan bir biçimde insan hak ve özgürlüklerini öne alan bir hukuk sistematiğinin ürünüdür. Bu kararla, hiç kuşku yoktur ki dünya hukukçuları önlerine kitaplarını alacaklar, terörün tarifini değiştirecekler ya da toplam bin yılı geçkin hapis cezası veren bu mahkeme kararını yırtıp çöpe atacaklardır.
Dış güçlerin beklentileri gerçekleşti
Diğer ülkelerin bu tür davalarla ilgili tutumu da dikkat çekicidir. Özellikle Avrupa Parlamentosu, bazı usul yanlışlarını eleştirmekle birlikte Ergenekon davasında hükümeti teşvik edici bir tavır sergilemiştir. Acaba neden?
Kuşkusuz bunun nedeni; Kıbrıs, Kürt sorunu, Ermenistan’la anlaşma, Ortadoğu meseleleri ve Afganistan gibi konularda yabancıların hükümete kabul ettirdikleri bazı çözümlerin Türkiye’deki bazı kuruluşlar, bu arada basın, üniversiteler, muhalefet ve silahlı kuvvetler tarafından itirazla karşılanmasından duyulan rahatsızlıktır. O bakımdan bu kurum ve kuruluşlar mümkün olduğu kadar etkisiz hale getirilmelidir ve Türkiye dikensiz bir gül bahçesine dönüştürülmelidir. İstedikleri buydu ve Türkiye’de son zamanlarda yaşananlar yabancıların bu beklentilerinin büyük ölçüde hayata geçirilmekte olduğunu gösteriyor.
‘Bu terazi sıkleti çeker... mi?’
Türk hukuk tarihinde ilk defa rastlanan bu durum türlü nedenlerin ürünüdür. Türkiye Cumhuriyeti devletini kuran büyük önder Atatürk’ün gençlik yıllarından başlayan düşüncesi, saltanata bağlılık değil, tersine Türkiye’yi bağımsız demokratik bir ülke yapmak, devletin temellerinin adil bir hukuk sistemi üzerine kurulmasını sağlamaktı.
Türkiye’deki özgürlükçü hareketler Osmanlı İmparatorluğu’ndan başlayarak, genellikle İttihat Terakki Derneği’nin kuruluşundan beri hep genç subaylar tarafından başlatılmıştır. 1. ve 2. Meşrutiyet yine bu güçler tarafından ilan edilmiştir. İttihat Terakki’den Atatürk Cumhuriyeti’ne uzanan yolun kurucularının tarih boyunca askeriye, tıbbiye, harp okulu, bahriye ve genç subay hareketlerinden kaynaklanması, Anadolu ihtilalinden sonra kurulan yeni ve disiplinli TSK’nın her türlü müdahaleye karşı büyük bir güç teşkil etmesi hem iç, hem de dış odaklar tarafından ciddi bir tehlike olarak görülmüştü. Bu nedenle 27 Mayıs hariç, tüm askeri müdahalelerin ABD tarafından desteklenmesi ve zamanla Ortadoğu’nun en güçlü silahlı kuvvetleri olan Türk Ordusu’nun daha da kuvvetlenerek Ortadoğu’da bir güç odağı haline gelmesi Türkiye üzerinde emelleri olan dış odakları çok düşündürdü. 2002 yılındaki AKP iktidarı ile başlayan tasfiye operasyonunda ilk hedef TSK ve Türkiye’nin aydınları olmuştur. İşte Ergenekon macerası (!) kapalı kapılar ardında yapılan planlar, kurgulanan senaryolar 2005’ten başlayarak hızlı bir şekilde sahnelenmiştir.
Alınan kararların bir özel yetkili mahkeme kararı olması bile, iktidarın sırtına aldığı tarihi yükü ve vebali ciddi biçimde artırmış olması akla şu atasözümüzü getiriyor: “Bu terazi bu sıkleti... acaba kal-dıra-bilecek-mi?”
Bunu çok yakında göreceğiz.