Hukukun olmadığı yer-(TAMAMI)
Önce bir anı:
28 Nisan 1960 günü Tahkikat Komisyonu yasa tasarısı kabul edilmişti. Komisyon kurulduğu andan itibaren tartışmalar başlamıştı. O gün Meclis’ten başka bir yasa daha geçirildi. Tahkikat Komisyonu’na tutuklama ve sorgu yargıcı yetkileri veren yasa... Ne rastlantı; aynı gün, Tahkikat Komisyonu tarafından davet edilmiştim. Gitmek üzere gelecek polis memurunu bekliyordum ki, rahmetli Egemen Bostancı arayarak şu haberi verdi:
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencileri saat 09.00-13.00 arasında yapılacak miting için anfide toplanmışlar. Polis kapıdaydı ve konuşmayı bitirdik. Bundan sonrasını “Ankara Hilton” adını verdiğimiz Ankara Merkez Cezaevi’nin 10. Koğuşundan izlemeye başlamıştım. Genç ve umut doluydum. Nasıl olsa dışarıda İsmet Paşa ve onun kaya gibi sağlam CHP’si vardı.
Arkasından benim 3 buçuk aylık bir mahkûmiyet kararım daha gelmişti. Bir sabah kalktık ki 27 Mayıs olmuş bile...
Sonradan o miting öncesi anfilere doluşan hukuk öğrencilerinin durumunu Alev Coşkun şöyle anlatıyordu:
“28 Nisan 1960 1. Sınıf anfisinde Tahkikat Komisyonu’na gönderme yapıp ‘Hukukun bittiği yerde hukuk okunmaz’ diyerek ateşli bir konuşma yapan hukuk öğrencisi rahmetli Nuri Yazıcı, kürsüden iniyor, binlerce öğrenci yürüyerek bahçeye çıkıyor. Orta bahçe tıklım tıklım dolu, heykelin önünde İstiklal Marşı söyleyen gençlerin üzerine polis cipi hışım gibi sürüyor. Eli tabancalı polisler büyük hukuk âlimi Sıddık Sami Onar’ı tartaklıyorlar, yerlerde sürüyorlar...”
(Alev Coşkun-24 Mayıs 2004- Cumhuriyet- Orhan Birgit- Evvel Zaman İçinde- S-283)
Bana bu tarihi anıyı yazdıran ne ola ki? Anlatayım.
Hafta başında 19 yıl önce işlenen bir insanlık dramı hakkında açılan davayı sonuca bağlayan bir mahkeme kararı üzerine Taksim’e doluşan yaşlı, genç yurttaşların protesto yürüyüşleri ve attıkları sloganlar.
Sokaklarda coplanan gençler ve Celal Bayar Üniversitesi öğrencisi Erdem Özdemir’i “Biz bu görevi Atatürk’ten aldık” dediği için okuldan atan rektör olayı...
Birden kendimi o eski, geçmişte kaldığını sandığım olaylar karşısında sandım. İçimin acıması. Acımak ne kelime kanaması...
Tarih tekrarlanıyor mu?
Kaç gün oldu Gazeteci Ahmet Şık ve Nedim Şener’in salıverilmesine sevinirken adaletin kılıcının standardının farklılığını hissetmek. Size anlattığım o eski acılı günleri anımsatmıyor mu?
Geçen gün Sayın Başbakan diyordu ki: “İçeride tutuklu bulunanlar basın kartı olmayanlardır.” Yani demek istiyordu ki; “İçeridekilerin suçu gazetecilik yapmak değil, örgüt üyesi olmak..” Kim acaba bunlar? Benim gibi cebinde Basın Şeref Kartı taşıyan Doğu Perinçek mi? Ulusal Kanal Genel Yayın Müdürü Turan Özlü mü? Basın kartını sallayarak girdiği cezaevinde, milletvekili seçilen Mustafa Balbay mı? Aydınlık Dergisi’nin Genel Yayın Müdürü Deniz Yıldırım mı? Tuncay Özkan mı? Yargı kararı olmadan nasıl bilebilirsiniz? Ya aynı davadan yargılanan deneyimli gazeteci Soner Yalçın mı? Ya da hocaların hocası Prof. Yalçın Küçük mü?
Ya Başbakan basın kartının gazetecilik yapmak için ön koşul olduğunu sanıyor! Ya da birileri yanlış bilgi vererek onu kamuoyu karşısında zora sokmak istiyor.
Türkiye bir trajediyi seçkin aydınları üzerinden bir kez daha mı yaşıyor? Birileri Madımak Oteli faciasını kullanarak ülkede Alevi- Sünni çatışması, arkasından da iç çatışmayla ortalığı karıştırmak mı istemekte?
Ana muhalefet Başkanı grup kürsüsünden Madımak olayını “Türk hukuk sisteminin yüz karası” olarak ilan etti. Maksat hasıl oldu, hukuk ihlalleri bitti, çifte standartlı adalet dağıtımı sona erdi mi? Başbakan da ona yanıt verirken açıkladı ki: “Yargı kararı milletimize hayırlı olsun!”
Umarım Sayın Başbakan bu sözleri bir sürçülisan olarak söylemiştir. Yoksa 35 kişinin yanarak öldüğü o 19 yıl öncesi vahim olayın üstünü kalın bir dosya ile örtmek ne mümkün?
O halde neden halka vaat edilen 12 Eylül’ün hesabı neden hâlâ görülmüyor? Neden, neden, neden?
Aynı tarihin tekrarlanmasını, demokrasinin bir kez daha zedelenmesini istemeyenler seslerini yükseltmek zorundadır. Demokrasiyi çiğnemek isteyenlerin, ülkeyi kardeş kavgasına sürüklemek isteyenlerin önüne salt engel olarak Atatürk’ü koymakla bu işin biteceğini sanmak ne büyük yanılgı! Hukukun siyasallaştığı bir ortamda muhalefet milletvekillerinin Anayasa değişikliği için masalarda ne işi var? Yoksa oyuna mı katılıyorlar?