09 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul 12°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Hükümet’in Suriye şartları

Fikret Akfırat

Fikret Akfırat

Gazete Yazarı

A+ A-

Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, Reuters ajansına verdiği demeçte şöyle diyor: “Türkiye, Suriye’den çekilme koordinasyonunu ancak yeni anayasa kabul edildikten, seçimler yapıldıktan ve sınırlar güvence altına alındıktan sonra görüşebilir.” (Reuters, 12 Ağustos 2024).

Güler aynı içerikte açıklamaları daha önce de yapmıştı. Bu açıklamanın, Suriye ile ilişkileri düzeltme konusunda iki ülkede de olumlu bir rotaya girildiği bir dönemde yapılıyor olması önemli. Bu yaklaşım, açık söyleyelim, ABD’nin açıkladığı resmi pozisyonla aynı doğrultudadır. ABD, Suriye’yi bölme operasyonuna girişirken, anayasa ve serbest seçimlerin yapılması bahanesine sarılmıştır.

13 YILIN DERSLERİ

Hatırlayalım, 2011’de başlayan sözde Suriye ayaklanmasının bahanesi “diktatörlüğe karşı mücadele” idi. ABD bu konuda o kadar pervasızdı ki, Şam’daki ABD Büyükelçisi Robert Ford, kökü dışarıda “muhalif”lerle toplantılar yapmış, hatta Suriye Hükümeti’ne karşı ülke dışından örgütlenen gösterilere bile katılmıştı.

O dönem Tayyip Erdoğan yönetimindeki AK Parti Hükümeti’nin de içinde olduğu ABD önderliğindeki Atlantik cephesinin, Suriye’yi yıkım ve bölme operasyonu böyle başlamıştı.

ABD bir yandan Suriye’de yıllardır yer altında örgütlediği El Kaide bağlantılı sözde cihatçı örgütlerle birlikte PKK/PYD gibi terör örgütlerini sahaya sürerken, diğer yandan Suriye Hükümeti’ne “serbest seçimler ve yeni anayasa” bahanesiyle uluslararası baskı uyguluyordu. Bugün karşı karşıya olduğumuz tablonun temelleri böyle atılmıştı.

2012 yılından itibaren Suriye’nin sınırlarındaki kontrolü kaybetmesi üzerine, Türkiye sınırındaki bölgelerin büyük kısmı önce El Kaide bağlantılı çeşitli grupların daha sonra da PKK/PYD’nin eline geçti ve bugünkü bölünmüş Suriye noktasına geldik. Üstelik Türkiye’nin, Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı harekâtlarını yapmasını zorunlu kılan şartların nedeni de bu süreçtir.

Geçerken vurgulayalım: Suriye’nin yanı sıra dünyanın pek çok ülkesinde “demokrasi”, “özgürlük”, “yeni anayasa” ya da “serbest seçimler” gibi aynı bahanelerle tertiplenen turuncu darbelerin hedef ülkelerinden birinin bugünlerde Türkiye olduğunu da unutmayalım.

REJİM DAYATMA

Derdimiz üzüm yemek, bağcı dövmek değil. Geçmişi hatırlatmamızın nedeni, bugüne ışık tutacak dersleri çıkarmak. Ne olursa olsun, Türkiye’nin bugün Suriye ile masaya oturma noktasına gelmesi olumludur, Türkiye’nin de Suriye’nin de menfaatinedir. Ama bunu yaparken, geçmişteki yanlış politikadan vazgeçmek, Atlantik’in Türkiye’ye dayattığı stratejiden kurtulmak elzemdir.

Bunun için yapılması gereken ilk iş, Suriye’nin egemenliğini tanımaktır. Nasıl ki, Türkiye’nin seçimleri ya da anayasası konusunda ABD’nin, İngiltere’nin Almanya’nın, Avrupa Birliği’nin ya da başka bir ülkenin söz söyleme hakkı yoksa Türkiye’nin de Suriye’ye ya da başka bir ülkeye rejim dayatma hakkı yoktur.

Suriye’ye “yeni anayasanızı ve seçimlerinizi yapın, başa gelenlerle konuşuruz” demek, bugün iki devletin birlikte en temel beka sorunu olan PKK terör örgütüne karşı ortak mücadelesinin önüne engel koymak anlamına gelir.

MEHMETÇİĞİ VURAN “DEMOKRASİ” SİLAHLARI

Şunu biliyoruz: ABD, AB, toplam olarak Atlantik Cephesi, Türkiye’ye ve dünyanın tamamına sözde “demokrasi” dayatıyor. Bunu son olarak getirip NATO’nun yeni konseptine de yerleştirdiler. Buna göre, dünyada demokrasi ve otoriterlik arasında bir çatışma varmış, Batılı “demokratik güçler” NATO’yu “demokrasi”nin savunucusu olarak gelişen dünyanın “otoriter güçler”ine karşı kullanacakmış! O “demokrasi” 11 aydır Gazze’deki Filistinlilerin tepesine bomba olarak yağıyor. O “demokratik güçler” PKK’ya binlerce tır silah veriyor, o silahlar Türkiye içinde, Irak’ta ve Suriye’de gelip Mehmetçiğimizi vuruyor.

NATO VE ABD İLE UYUM STRATEJİSİ TÜRKİYE’NİN MENFAATLERİNE AYKIRI

Milli Savunma Bakanı Güler’in açıklamasındaki, Türkiye’nin Suriye topraklarından çekilmesi konusundaki şartlar konusu, Suriye’ye ilişkin Ankara’nın genel stratejisinin bir sonucudur. Bu stratejideki yanlışlık, ne yazık ki Ankara’nın milli güvenlik politikasında NATO ile, dolayısıyla ABD ile uyumu esas almasından kaynaklanmaktadır. Nitekim Yaşar Güler’in verdiği demeçteki şu ifadeleri bunu açıkça ortaya koymaktadır:

“Önceliğimiz NATO'ya karşı önemli bir müttefik olarak sorumluluklarımızı yerine getirmek ve müttefiklerimizle dayanışmayı güçlendirmektir. Odak noktamız NATO'nun hazırlıklı, kararlı ve güçlü olması olmalıdır”. Reuters de demece şu başlığı atmış: “MSB Güler: Türkiye'nin önceliği NATO sorumluluklarını yerine getirmektir”.

Gören gözün gördüğünü bir kez daha vurgulayalım. Burada kilit mesele şudur: Türkiye’nin milli güvenlik çıkarlarıyla ABD’ninkiler taban tabana zıttır. ABD, Suriye, Irak, İran ile birlikte Türkiye’yi de bölmeye çalışmaktadır. NATO, Türkiye’nin Atlantik denetiminden çıkmasını önlemek için kullanılan bir araçtır. Türkiye’nin kendi milli menfaatlerini gerçekleştirmek için Atlantik ile uyum stratejisinden kurtulması şarttır.

Yaşar Güler Suriye NATO AK Parti ABD