23 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İbiş'in Rüyası

Kemal Ateş

Kemal Ateş

Gazete Yazarı

A+ A-

Tarık Buğra’nın 1970 yılında Bilgi Yayınevince yayımlanan bu romanı, daha sonra gene yazarı tarafından oyun olarak yazıldı, 1972 yılında da Devlet Tiyatrolarınca sahnelendi. O oyunun bende ayrı bir anısı vardır. Eşimle nişanlıydık, birlikte izlediğimiz ilk oyundu İbiş’in Rüyası. O gün sahnede gördüğümüz Dinçer Sümer, sonra ölümüne değin ailece görüştüğümüz, hiç kopmayacağımız dostlarımdan olmuştu.

Tarık Buğra’nın okuduğum onca kitabı arasında İbiş’in Rüyası bende farklı bir etki bırakmıştır.

Sanat Kurumu’na çağırırdık zaman zaman Tarık Buğra’yı. Devlet Tiyatrolarında her yıl nerdeyse bir oyunu oynandığından, Ankara’ya sık gelirdi. Ayrıca TRT de olağanüstü bir ilgi gösteriyordu ona. TRT’de dizi yapılan Küçük Ağa’sını da okumuştum. O yıllarda Türk romanında yerel dil üzerine çalışıyordum. Küçük Ağa’da geçen “dağsal” sözcüğünü Tarık Buğra’ya sordum, halktan duymuş bu sözcüğü, Akşehir köylülerinden… Bu açıklama önemliydi benim için. Uysal, kumsal gibi sayılı örneklere ekleyeceğimiz bir örnek daha… Sağ kesim o yıllarda “sal-/sel ekine çok saldırıyordu; Tarık Buğra gibi sağ kökenli bir yazarın bile kullandığını bilmeden. Sonra sağdan da soldan da sesler kesildi; “-sal/-sel eki ölmek üzereyken hayata döndü. Konuşmacı olarak biraz huysuzdu, sataşmaktan çekinmezdi. Birine sataşarak, kızarak güç toplar, konuşmasını daha heyecanlı hale getirmek isterdi sanki. Kimi konuşmacılar böyledir, önce kızacak bir şey bulur, sonra yüklenir. Yazdıklarına pek toz kondurmak istemezdi, eleştiriye tahammülsüz bir yazar izlenimi bırakmıştı bende. Sanat Kurumu’nda Küçük Ağa’yı tartışırken, Mahmut Tali Öngören’in sözlerini bitirmesini bile beklememişti; sırasını beklemeden araya girince panel yöneticisi olarak bana sıkıntılı anlar yaşatmıştı. İbiş’in Rüyası, ünlü tuluat oyuncusu Naşit’in yaşamı üzerine kurulmuş bir roman olarak bilinse de, tam biyografik bir roman olduğu söylenemez. Naşit’in biraz Tarık Buğra olduğu da söylenir. M. Çınarlı’ya dayanıyor bu bilgimiz: “İbiş’in Rüyası’nda nakledilen bir hikâyenin vaktiyle kendi başından geçmiş olduğunu, orada anlatılanlara benzer bir kantocu kızla yaşanmış bir aşk macerası bulunduğunu da o günlerde yaptığımız sohbetlerden öğrendim.”

Roman Nahit’in içindeki sancıya uygun bir dille başlıyor. Nahit’in çocukluğunda beslediği Akkuyruk adlı güvercinin birkaç günlük ayrılıktan sonra yeniden yuvasına dönüşü, simgesel bir anlam yüklenerek romanın başında ve başka yerlerinde anlatılır. Bu güvercinle başlar geçmişe değgin anımsamalar... Paşa babasıyla tiyatroya ilk gidişini anımsar, tiyatroya ilgisi o gün başlar. Şeytanın aldattığı gecelerde ve rüyalarının değiştiği o günlerde bir de tiyatro aşkına tutulur. Sonra büyümüş olduğunu düşündüğü günler... Annenin, babanın, ev’in anlamı değişir. Paşa babaya göre tiyatro iyiydi, ama “tiyatroculuk” kötü bir şey. Neyse ki edebiyat öğretmeninin yol göstericiliği var. On yedi yaşında girdiği lise bakaloryasında eylüle kalınca, böyle durumlarda hep haşin, sert olan babayla ve eviyle bağları kopar. İbiş’e doğru ilk adım atılır. Önce ucuz bir pansiyon, sonra medresede hücre gibi bir yer bulur kendine. Tiyatrocu bir kızla evlenmesi ailesiyle bağlarını iyice koparır.

Zorluklarla kendi tiyatrosunu kurar Naşit. Dönem Nazizm’in ülkemizi etkilediği yıllardır. Kantocu kızlarla dolu bir tiyatro… Alkış için çırpınıp tepinen kantocu kızların kıskançlıklarıyla baş etmek kola değildir. Sadi, kovulduğu halde kurtulamadığı sözde bir arkadaş, bir kötü kişidir. İyileri de kötüleri de iyi anlatır Tarık Buğra. İyilerin bozulmasını, kötü olmasını da… Naşit’in, adı bir Hacer, bir Semra olan kantocu kız ile aşkı romanın ana olayıdır. Bu canlı, cıvıl cıvıl, kedi gibi hem cesur, hem ürkek kadın davranışlarıyla, sözleriyle ilginç bir karakter olarak canlanır gözümüzde.

Naşit, bir tuluat ustası… Tuluatı öyle özgürce ve ustaca kullanır ki, bir kez daha ihanetini gördüğü arkadaşı Sadi’yle seyircinin önünde bir hesaplaşma yaşanır, kimse anlamadan gerçeği tiyatro sahnesinde oyunla karıştırır.

Tiyatrocular, “Başta görülen tabanca sonunda patlamalı” derler ya… Romanda da böyle olur.

Tarık Buğra’nın sayısı epeyce kabarık romanları içinde İbiş’in Rüyası bende en çok iz bırakanıdır.

Okuma önerisi: 1) Doğu Perinçek, Parti ve Sanat, Kaynak Yayınevi, İst. 2020. 2) Fırat Kutluk, Beethoven, H2O Yayınevi, İst. 2020.