24 Kasım 2024 Pazar
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İbişlik zor zanaat!

Feridun Andaç

Feridun Andaç

Eski Yazar

A+ A-

Ahmet Hakan’ın İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin bir “ihale”siyle ilgili değinisini okuyunca, 2015’te yazdığım yazıma döndüm. Buyrun okuyun, yorumsuz! Bir sonraki yazım: “Herkes Her Şeyi Biliyordu”da bugüne geleceğiz elbette!

Eee O dalaşmanın ekranda akıp duran cümlelerine göz atınca gülümsemiştim.

Anılar, tanıklıklar depreşmişti.

Haber Türk’ün kuruluş günleri, Bakırköy’de derme çatma bir stüdyo, Ufuk Güldemir’le o telaşe içinde sohbet… Ve ibişçe gülümseyip duran bir adam… Güldemir; “Bunlardan ileride çok göreceksin, dikkat et!” demişti hınzırca gülerek.

Özgürlük havarisi olarak ortada gezinen biri, “bizim mahalle”de ibişlik yapan bir medya maymununa verip veriştirmiş. Haksız da değil yani!

Açıp telefonda kendisine neler söylediğini bilemem, ama yaptığı açıklamada dile getirdikleri bile bu ülkede ibişliğin ne denli zor bir zanaat olduğunu anlatıyordu demeliyim.

“Ben demiştim” sözünü sevmem, bu türden söylemlere sığınarak düşüncelerini açıklamak ibişliğine hiç katlanamam.

Bu, “bizim ibiş”, nice zamandır “ikbal” peşinde gezinip duruyordu.

Bukalemunluk galiba ibişliğin özünde olmalı; her yerde, her kalıpta, her seansta oynamak; buna da kendince bir söylem bulmak… Ah, bir de buna yarı-cahillik eklenirse…

Flanner O’Connor’ın “salak okur”lara tahammül edemediğini okumuştum bir yerde. Ah, yalnızca onlar mı, insanın “salak yazman”lara da pek dayanası yok!

İBİŞLİK YASASI!

Şu satırları yazarken ne mutsuz ne de umutsuzum. Ama sevinçli bir halde olduğumu da söyleyemem.

İyi –kötü, Bülent Ecevit’in “ortanın solu” hareketi sırasında ülkenin politik arenasının seyrinin bir yerlerinde yurttaşlık bilinciyle yer aldım. Erzurum narlı (harlı) bir ateşken, birçok arkadaşımla birlikte ödünsüzce o arenada var oldum. CHP’den zamanın TİP’ine uzanan çizgide demokratik bir düzenin kurulması yolculuğunda yürüdüm… İzledim, okudum, ülkemi dünyayı anlamaya/yorumlamaya çalıştım. Hiçbir zaman ikbal peşinde olmadım. Çoğu şeyi elimin tersiyle ittim.

Şu günlerde, Türkiye’yi Düşünmek’ten sonra, Türkiye’nin Arayışı kitabımı noktalamaya çalışırken gördüm ki; evet, ülkemiz bir ibişler ülkesi!

Yakın dönemlerde olagelenlerle bir “hüsran” yaşayan, “karşı mahalle”den biri ise şunları söylüyor:

“Hükümetin bazı üyelerinin bir takım yolsuzluklara bulaşmış olabileceği ihtimalini kabullensem bile, bant kayıtlarında dinlediğimiz türden bir rezaleti ne ‘Allah’tan korktuğunu’ iddia eden bir başbakana, ne de onun ‘dindar’ ailesine hiçbir şekilde konduramazdım. Ama ne yazık ki, şu andan itibaren benim için söz bitmiştir!

10 yılda ortaya çıkan fark adına arkasında durmaya devam edeceğim bir AK Parti artık yoktur; bu pislikleri nasıl temizleyeceğini bilemediğim, hem kızıp hem acıdığım ve maalesef artık yolun sonuna gelmiş olduklarını düşündüğüm siyasetçiler vardır… “

(…)

“Geldiğimiz nokta benim gibi insanlar için bir ‘hüsran’ noktasıdır. Kıymet verdiğimiz bütün referansların işlevsizleştiği, emniyetimizin suistimâl edildiği, bütün önemli kavramların içinin boşaltıldığı, her şeyin tepe taklak olduğu bir ‘ân’dır yaşadığımız. Sahneye baktığımızda oyun hâlâ sürüyor, bütün aktörler rollerini oynamaya devam ediyor görünüyorlar (görünüyor) ama bence bu aldatıcı bir görüntü… İktidar, belki de ellerine aldıklarına bin pişman oldukları bir ateş topu şu anda… Elleri kavrulsa da bırakamayacakları bir ateş topu…”

Ah sevgili kardeşim, tüm bunları görmek için gerçekten “ibiş” olmaya hiç gerek yoktu; biraz vicdan, biraz çağdaşlık bilinci yeterdi size.

CALVİNO, İYİ BİR İKSİR; AMA HERKESE

Yoruma hiç gerek yok, bu iyimser günışığı zamanında, onun Sandık Gözlemcisinin Uzun Günü romanının ilk bölümünden bir kesiti gelin birlikte okuyalım dilerseniz:

“Amerigo Ormea sabah beş buçukta evden çıktı. Bütün gün yağmur yağacağa benziyordu. Sandık gözlemcisi olacağı oy merkezine gitmek için, hala eski Arnavut kaldırımı döşeli dar ve kemerli sokaklardan, içinde kesinlikle kalabalık ailelerin oturduğu ama o Pazar sabahının erken saatlerinde herhangi bir yaşam izine rastlanmayan yoksul evlerin önünden geçti. Mahalleyi iyi tanımayan Amerigo şemsiyesini yana eğerek bardaktan boşalırcasına yağan yağmurun yüzünü ıslatmasına aldırmadan, kararmış tabelalardaki sokak adlarını -belki artık kim oldukları unutulmuş hayırseverlerin adlarını- okumaya çalışıyordu.

Muhalefet partisi yandaşları (Amerigo Ormea solcu partilerden birine kayıtlıydı) seçim günü yağmur yağmasını uğurlu sayarlardı. Bu, savaş sonrası yapılan ilk seçimlerden kalma bir inançtı; o zamanlar hala, eğer yağmur yağarsa, politikaya çok az ilgi duyan yaşlı, hasta ya da yolları çok bozuk olan köylerdeki Hıristiyan demokrat seçmenlerin evlerinden çıkmayacakları sanılırdı. Ama Amerigo böyle boş umutlara kapılmazdı: Yıl 1953’tü ve o güne kadar yapılan bütün seçimlerde, hava yağmurlu da olsa güneşli de olsa, herkes oy vermeye gelmişti. Hele bu kez, iktidar partisi yeni bir seçim kanunu çıkarmışken; öbür partilerin ‘dalavere’ kanunu adını verdikleri bu kanuna göre koalisyon, oyların %50+1’ini alırsa, meclisin üçtü (üçte) ikisini ele geçiriyordu… Amerigo, politik değişikliklerin uzun ve karmaşık yollar izlediklerini ve şansın hemencecik yüzlerine güleceğini beklememek gerektiğini öğrenmişti; o da birçokları gibi, deneyim sahibi olmanın biraz da karamsarlık demek olduğuna inanıyordu.” (*)

(*) Italo Calvino, Sandık Gözlemcisinin Uzun Günü, Çev.: Semin Sayt, 2005, YKY., 75 s.

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları