14 Kasım 2024 Perşembe
İstanbul 12°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İçinden sokak geçen atölyeler

Caner Karavit

Caner Karavit

Gazete Yazarı

A+ A-

Okuldan arkadaşım heykeltıraş Hüseyin Suna’yla İzmir’de açtığı sergisi ile ilgili konuşuyoruz. Söz atölyesindeki çalışmalarına geliyor. Anadolu’dan İstanbul’a ilk geldiği yıllardaki İstanbul’un değişimini özetliyor: “İstanbul mahalle, mahalle gelişti. Şehir oldu zannettik, ama büyük bir köye dönüştü. Köy diyorum, ama mutsuz, kirli, büyük bir köy.

İçinden sokak geçen atölyeler - Resim : 1

Tanıdığım bir insan, diğer gün başka bir makyajla çıkıyor karşıma.” Böyle bir değişim sürecinde İstanbul’un içinde olmayı, hem de sanatçı olarak var olmayı anlatıyor. Bu var olma sürecinde, atölye yaşamı önemli bir yer oluşturuyor. Suna, atölye yaşamının insanın gerçeğiyle daha fazla ilişki kurmaktan geçtiğini vurguluyor. Birçok sanatçının aksine, atölye yaşamının kapalı kapılar ardında olmaması gerektiğini savunuyor. “Atölye içinden geçilmesi gereken sokaktır ve ben bu sokağın çocuğuyum” diyor. Böylece, sokaktaki insanın ne yaptığını bilerek, sokakta sanat yapıyor. Bu sözü üzerinden, sanat üretimini kapalı kapılar ardındaki atölyesinde yapma gereği duyan sanatçıları düşünüyorum. Sanatını üretebilmek için, ona yoğunlaşabileceği bir ortam yaratmaya gereksinimi olan sanatçılar. Zihni tüm dış etkilerden yalıtılarak, sadece üreteceği işine odaklanarak, yani zihni boşaltarak üretebilenler.

KALP BOŞLUĞU

İçinden sokak geçen atölyeler - Resim : 2

Bu durum, Uzak Doğu felsefesinde “kalp boşluğu” olarak geçer. Klasik Çin felsefesinde kalp hem düşünme ve yargılama hem de hissetme organı olarak tanımlanır. Kalbin boşalması onun her tür önyargıdan, geçmişteki zihinsel tortulardan ve içselleştirilmiş fikirden arınması anlamına gelir. Yani günlük veya önceki yaşam deneyimlerinizden arınmış olmalısınız ki “kalbin boşluğu”nu elde edebilesiniz. Bu durumda, ancak esin yani ilham kaynağına ulaşır ve içinde sanatın da olduğu anlamlı pratikleri yaratabilme olanağını ele geçirebilirsiniz. Taoist düşünür Lao Zi bunu bir basit örnekle anlatıyor: “Oda içindeki boşluk kullanımı kolaylaştırır.” Öyle değil midir? Ağzına kadar dolu bir odaya istediğiniz gibi eşya koyma ve düzenleme olanağı bulamazsınız. Kalbin ya da zihnin boşluğu da öyledir. Eğer bu odacık boşaltılamazsa, üreteceğiniz şeyle ilgili verileri bellek depomuzdan çıkartıp buraya yerleştirmeniz imkânsız hale gelir. Ancak, Suna’nın atölye anlayışı bu düşünceden farklıdır. Çünkü atölyesinin içinden sokak geçer. Bu durumda, zaten günlük yaşantının girdileriyle dolu olan “kalp boşluğu”, bir de atölyeden geçen sokakla tıka basa dolar. Doluluk oranı bu kadar yüksek olan kalp veya zihinden esin ya da ilham bekleyebilir miyiz? Bu soru bana, İsenbike Togan hocanın anlattığı bir anısını hatırlatır. Togan hoca, önceleri ancak sesten yalıtılmış bir odada çalışabiliyormuş, en ufak bir ses bile çalışmasına yoğunlaşmasını engelliyormuş. Bir gün babası (Zeki Velidi Togan) çalışma masasını gürültülü bir ortam olan kapının önüne çekerek; “Bundan sonra burada çalış” demiş. O günden sonra Togan hoca sesli ortamlarda da çalışmaya alışmış.

KÜLTÜR GLADYOSU

İçinden sokak geçen atölyeler - Resim : 3

Heykeltıraş Hüseyin Suna’nın iki gereksinimini de eş zamanlı olarak sağlayabildiğini görebiliyoruz. Bir yandan atölyesini sokağa açarken, zihinsel doluluk oranını arttırıyor. Diğer taraftan, eserlerini üretebilmesini bir koşulu olan esin kaynağı için kalbini boşaltabiliyor. Yazımda amaçladığım şey, atölyelerin kapılarının kapalı veya sokağa açık olması seçeneklerinden birini olumsuzlamak değildir. Üretim yaparken “kalbin boşluğuna” ulaşabilmenin yöntemleri elbette sanatçıdan sanatçıya değişir ve bunun tek bir formülü de yoktur. Diğer yandan, “kalp boşluğunu” zihinsel tortularla dolduran nedenlerin arasında, gündelik sorunlar en masumu sayılabilir. Bu bağlamda, heykeltıraş Suna’nın atölyesinin içinden sokağın geçmesi, belki de “kalbin boşluğu”nu ortadan kaldıracak bir neden olmaktan uzaktır. Bu nedenlerden daha da önemlisi, kültür sanat hayatımızı baskılayarak, saldıran örgütlü bir “kültür gladyosu”nun (Atilla Hakan Ganimgil’in tanımıyla) varlığıdır. Bu gladyo, sınırlı ve çarpık yansıttığı evrene ait olan varlıklarla “kalp boşluğunu” tıka basa doldurur ve kendi taleplerine göre düzenler. Bu bağlamda; kültür gladyosunun, “kalp boşluğunu” çarpık bir evrenle nasıl dolduracağını bilen aydın kitleye de gereksinimi vardır.

Bu aydın kitle, kültürel gladyonun örgütlediği topluluğa aidiyet hisseder. Suna, bu konuda; “Sanat ve kültürün daha entelektüel olan kısmı bir pazar yaratıyor. Bu pazarda istediklerini yükseltip, istediklerini aşağı çekebiliyorlar” diyor. Kültürel gladyonun dayattığı bu pazar; evreni belirlenen sınırlar içinde düşünmeye, sanatın ve kültürün toplumsallıktan çıkmasına ve sürekli belirlenmiş kaçış konularının işlenmesine zorlamaktadır. Böylece; değişik düşüncelerin, akımların, yöntemlerin tartışıldığı sanat değil, kültür gladyosunun yasalarıyla sınırladığı sanat ağır basar. Yine atölyeye dönersek; Suna atölyesinin kapılarını sokağa açarak, bir anlamda hava akımının geçişini sağlıyor. Sağlıyor ki o hava akımı atölyenin, dolayısıyla kalbin tıka basa doluluğuna neden olan kirli havayı önüne katıp dışarı atabilsin. Suna; atölyesinin sokağa açılan kapısından sesleniyor: “Hiç sevmediğim insana da açığım.” Suna’nın bu sözleri bana bazı sanatçıları, dolayısıyla Ernst Fischer’in onlara olan uyarısını anımsatıyor: “Seslendiği halkı küçümseyen sanatçılar, amaçlarını yerine getiremiyor demektir.”

Hüseyin Suna’nın İstanbul’daki atölyesi sokağa ve hepimize açıktır. Heykel sergisi ise, İzmir Bornova Levante Galerisi’nde 20 Şubat 2024 tarihine kadar açıktır.