İdeolojik aygıt Televizyon (3) İzlemek tercihtir, yandaşlık ise ekonomik ilişki ile nemalanmak
Değerli okurlar; televizyon yayıncılığının güçlü bir ideolojik enstrüman olduğuna dair dizimizin 2. bölümüne gönderdiğiniz onlarca mesaj ve öneri için teşekkür ediyorum. Görüyorum ki bu konuda dertli, haklı ve yazılarımızın artık bu günü değerlendirmesi konusunda da bir hayli isteklisiniz. Merak etmeyiniz bu güne de geleceğiz ve belki de hiç tahmin etmediğiniz bir bakışla geleceğiz… Bu hafta program içerikleri ve diziler meselesinden biraz uzaklaşıp, televizyon yayıncılığının sosyal yaşamlarımıza konumlanışını didikleyeceğiz. Tekrar söylüyorum; televizyon yayıncılığı dediğimiz şey, evinizde duvarda asılı duran siyah cam pano ile sınırlı değil, sosyal medya dahil her türlü yayıncılık dahil.
Dikkatimi çeken, her anlamda karpuz gibi ortadan yarılan toplum yapımız, televizyon izleme ve kanal seçimi konusunda da kendi dükkanının dışını pek de objektif değerlendiremiyor, çünkü zinhar izlemiyor. Bu söylediğim gazeteler, okunan kitaplar için de geçerli.
MODERN GLADYATÖRLER
Son 20 yıldır yaşamımızda hızla yükselen ‘sosyal medya’ olgusunun gözden kaçan ve bence asıl yüklendiği işlev; yalnızca birbirlerine benzeyen insan gruplarını alabildiğine öbeklemek üzerine kurgulanmış. Birey, onaylanma üzerinden değer ya da değer kaybına uğruyor. Takipler, engellemeler, emojiler, gruplar, sayfalar hep bu çoğul yalnızlıklar senfonisinin partisyonları.
Öbeklenmiş ve kalın çizgilerle sınırları çekilmiş kümelerin acımasızca çarpışması ise bireyleri ‘Modern ve gönüllü Gladyatörlük’ noktasına taşıdı. Antik Roma’nın gladyatörleri, günümüzde sosyal medya Kollezyum’unda belki daha da kitlesel ve kanlı çarpışmaları örgütleyen figürlere evrildi. Bu işin tabii ki bir de akıl almaz ekonomik pastası var. Kim daha çok “şövalye’’ toplar ve kılıç sallarsa o derece güçlü ve kazançlı çıkıyor.
Güç artık; üye, tıklanma, like, paylaşma, yeniden gönderme üzerine kurgulu. Müzâkereyi, tartışmayı ortadan kaldıran bu asosyal denklemin, kendini “Sosyal Medya’’ diye tanımlaması ise ayrı bir garabet tabii. Tüm bu ayrışma, klasörlere hapsolma ve beraberinde gelen asosyalite, medyada olduğu gibi yaşamın tüm alanlarında da normalleşti. En etkili alan tabii ki, televizyon ve bağlı dijital mecralar. Özetle sıkıştığımız nokta televizyon yayını değil, kimin televizyonunun makasında olduğumuzdur. Makası hareket ettirdikçe de bıçaklar birbirini bileyip duruyor.
‘Yandaş Medya’ tanımlaması her iki cenâhın elinde kılıç gibi sanki, doğruluk payı yok mu tabii ki var.
‘’Hocam ama onlar da !’’ diye başlayan cümlelere artık alıştım. Siyahı anlatırken gelen eleştiri, genelde ‘iyi ama beyazın da lekesi var’ çıtasında. Neden? Çünkü kapılandığı yapının, grubun, tartışılmaz olduğu düşüncesinde. Yalnız kalmak istemiyor, aslında pek de bulunduğu noktadan emin değil gibi. Görmek dahi istemiyor ki, duymak, dinlemek, anlamaya çalışmak hak getire (!) Sürekli ona doğru yolda olduğunu teyid edecek bir kapı arıyor ve ancak böyle mutlu oluyor. Hiç unutmam genç bir arkadaş eve geldiğinde kütüphanemizi incelemişti… İslamcı bir gazete ile sosyalist bir dergiyi, bir dönem yasaklanmış dini yayınlarla, terör örgütlerinin yayınlarını, kutsal kitaplarla, komünist yazarların kitaplarını, Atatürk düşmanı yayınlarla ilk basım orijinal Nutuk’u aynı raflarda görünce dili tutuldu. Oturdum ‘’hepsini tanımadan kendini tanıyamazsın’’ diye anlattım. Açık söyleyeyim o gün bugündür ne arıyor ne soruyor. Ya kendinden ya da benden korktu cancağızım…
MEMUR OLAN HER ANLAYIŞ YANDAŞ OLMAK ZORUNDADIR
Şimdi ‘’Yandaş medya’’nın yanına milletin dilinde bir de ‘’Belediye Medyası’’ çıkmış. Vadi iyice derinleşiyor neredeyse kanyon olma yolunda (!) Bağımlı ekonomi ile hayatta kalmaya çalışan televizyonculuk mantığının başka çıkar yolu yok. Çünkü televizyonculuk müthiş pahalı bir iş. Reklam pastasından pay almak için paranın memuru olmaları lazım. Pasta deneklerle senin kanalının izlenme oranını tespit edip karne notunu verenlerin elinde? Denekler kim, Ne kadar sağlıklı, Nerede izlerler? Bilmem (!)
TEK BİLDİĞİM BİLENLERİN ÇOK OLDUĞUDUR!
Burada işaret ettiğim saf belirlemek değil, ayakta kalmak için safı tekellere ihâle etmektir. Bu tekeller merkezi de olabilir, yerel de ama asıl tehlikelisi uluslararası olanlardır ki tehlike büyür.
İKTİDARA YA DA MUHALEFETE MEMUR OLMAK
TRT yandaştır evet doğru. Ne var bunda şaşıracak. Ben kendimi bildim bileli bu böyledir. Patronu devlet olan her sanat ve kültür alanı yandaştır (!) Memurdur çünkü denklem bu kadar ortada iken neyi tartışıyoruz? Mahzuni Şerif’in ‘’Amerika Katil’’ türküsü TRT’nin hangi döneminde çalınabildi? Asl’olan yandaş diye tanımladığının karşısına ‘’muhalif ‘’ diye koyduğun yayıncılık mantığının ne kadar sağlıklı olduğudur, mesele bu. Ne düşündüğümü merak eden varsa söyleyeyim: onlar da 7 Kocalı Hürmüz gibi (!) Trakyalı’yla Trakyalı, Kürtle kürt, Acemle acem, Lazla Laz.
Aklımdaki ve gönlümdekini mi merak ediyorsunuz? Gücünü izleyenlerinden alan, kamucu aydınlanmayı hedefleyen, milli değerleri ile yoğrulmuş, ilkeli ve her alanda üretimden yana, özgüvenli, ulusal ve küresel değerlerin farkında, kurucu değerlerin takipçi ve geliştiricisi bir yayın anlayışı, bir televizyonculuk mantığı… Yok mu? Var hem de arslanlar gibi var!
Haftaya bu konuya devam edeyim mi? Hadi siz karar verin.