İdlib bir dönüm noktasıdır
İdlib, bölgemizin en önemli dönüm noktalarından biri haline gelmiştir. İdlib’in terör örgütlerinden temizlenerek Suriye’nin denetimine geçmesi, Suriye Savaşı’nın Fırat’ın doğusundaki ABD-PKK-PYD varlığı üstüne odaklanmasına yol açacaktır. Hele de bu süreç, Ankara ile Şam arasında işbirliği ve eşgüdüm sağlanarak yürütülürse, Suriye’deki Amerikan varlığının sürdürülmesi, şimdiye kadar hiç olmadığı kadar zora girecektir. Onun için Ankara ile Şam arasında doğrudan ilişki kurulması, Amerika’nın karabasanıdır.
OYUN KURUCULUK MU OYUN BOZUCULUK MU?
ABD, Suriye’de “oyun kuruculuk” yetisini yitirmiştir. Çabası, kendisine karşı kurulmuş cephenin “oyununu bozma” üstüne kuruludur. İdlib sorunundan da bu doğrultuda Astana birlikteliğini bozmak için yararlanmaya çalışmaktadır. İdlib’in Şam’dan bağımsız bir “vesayet bölgesi” konumunu koruması, ABD için büyük önem taşımaktadır. Çünkü onun açısından İdlip’teki terör örgütlerini koruyan şemsiye, aynı zamanda Fırat’ın doğusunu da korumaktadır. Fosfor bombaları ve “kimyasal provokasyonlar”ın ardında yatan neden, budur.
SURİYE’NİN GÖRMEZDEN GELİNMESİ
Suriye Savaşı’nda “Suriye’nin görmezden gelinmesi”, ABD’nin bu çizgisine eşlik etmektedir. Bu yaklaşıma göre Suriye’de cereyan eden, “küresel ve bölgesel güçler arasında bir vesayet savaşı”dır. Suriye Ordusu da kendi ülkesinde “Rusya ve İran’a vekaleten” savaşmaktadır. Sonuç, etrafında vasilerin vesayet büyüklüklerinin sıradüzenine göre oturacağı Cenevre masasında belirlenecektir. Bu dilde “Suriye’nin toprak bütünlüğü”nün öznesi, “Suriyelilerin vatanı değil”, bir “vesayet bölgeleri topluluğu”dur. O zaman herkes kendi vesayet bölgesini korumak ve güçlendirmekle ilgilenmelidir.
Suriye’de iç savaş 2011 yılında başlatıldı. Eğer Esad yönetimi ülkesinin uğradığı saldırıya kararlı bir biçimde direnmeseydi, 2015 sonbaharında geriye Rusya’nın müdahil olabileceği bir Suriye kalmamış olacaktı. Onun için Suriye’nin direnmesini olanaklı kılanın Rusya olmasından çok, Rusya’nın sürece Suriye safında katılmasını mümkün kılan Suriye’nin direnişi olmuştur. Suriye’nin parçalanması, başta İran ve Türkiye olmak üzere bölge ülkelerinin parçalanmasının önünü açacaktır. İran’ın gözünde Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması için mücadele, aynı zamanda kendi toprak bütünlüğü ve egemenliğinin korunması için mücadele demektir.
İKİ BUÇUKUNCU CEPHE YOKTUR
ABD, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra dünyaya iki cephe dayatmıştır: ABD’den yana olmak ya da karşısında yer almak. Neoliberalizmin dilinde, ABD’den yana olmak, “kendi milli devletinden vazgeçmek”, Amerika’nın karşısında olmak da, “kendi milli devletini savunmak” anlamına gelmektedir. Onun için günümüzde bir ülke, kendi milli çıkarlarını ancak doğru bir stratejik yaklaşımın eşliğinde savunabilir. Dış siyaseti salt taktik kaygıların yönlendirmesine terkeden miyop yaklaşımlar, milli çıkarların savunulmasına değil, milli devletin zaafa uğratılmasına hizmet eder.
ABD’nin Türkiye programı, ülkemizi kendi safına kazanma değil, Avrasya’ya mecali kalmamış bir Türkiye bırakma hedefi üstüne kuruludur. Dünyada “Esad düşmanlığı”nda diretmeye ve “hem Astana, hem Cenevre” çıkmazına karşılık gelen iki buçukuncu bir cephe mevcut değildir. Olmayan bir mevzide konuşlanmaya çalışmak, ülkemizi açık arazide savunmasız bırakmaktan başka bir sonuç vermez.
ANKARA ŞAM VE TAHRAN’IN ORTAK KADERİ
Günümüzde Amerika ile Rusya ve Çin arasında stratejik bir uzlaşmanın gerçekleşmesi olanaksızdır. Trump’ın Aralık 2017’de ilan ettiği ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi’ne göre, Amerika açısından Çin ve Rusya, kendilerine karşı her alanda dişe diş bir mücadele yürütülecek hasımlar sınıfındadır. Rusya ve Amerika arasında ülkemizin öncelikleriyle çatışan olası taktik uzlaşmaların önüne geçmenin yolu da, Türkiye’nin en başta Suriye ve İran olmak üzere bölge ülkeleriyle dayanışma ve işbirliğini güçlendirmesidir. Türkiye, FETÖ ve PKK’nın kanlı ve bölücü eylemleriyle karşı karşıyadır; İran, Amerika’nın her yolu kullanarak yıkmaya çalıştığı başdüşmanları arasındadır; Suriye’yi parçalamayı hedefleyen kirli savaş Amerika’nın güdümündeki bölücü ve yobaz terör örgütleri tarafından yedi yılı aşkın bir süredir yürütülmektedir.
Bugün dünyada Ankara, Şam ve Tahran kadar aynı kaynaktan gelen ortak yaşamsal ve stratejik tehditlere maruz başka üç başkent yoktur. Türkiye, bekasını tehlikeye düşüren bir “stratejik körlüğün” yükünü taşımaya katlanmayı sürdüremez.