23 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İfade özgürlüğü talebi

Yavuz Alogan

Yavuz Alogan

Eski Yazar

A+ A-

Bireyler ve topluluklar başkalarına zorla kabul ettirmeye kalkışmadıkça kendi görüşlerini açıklama hakkına her şart altında sahip olmalıdırlar. Seferberlik Kanunu’nun uygulanmasını gerektiren topyekûn savaş durumu dışında insanların konuşma ve yazma özgürlükleri kısıtlanamaz.

Sol liberallerin etki alanı içinde olan TTB Merkez Konseyi’nin düşük profilli savaş karşıtı bildirisinin 65 Tabip Odası’nın sadece 8’inden destek görmesi yeterince sert bir tepkidir. Hekimlerin gözaltına alınması, hastane odalarının ve muayene mekânlarının basılıp aranması siyasî iktidarın ifade özgürlüğünü ortadan kaldırma niyetinin bir göstergesidir. İtiraz etmezsek yarın bize de aynı şeyi yaparlar.

Apo ile Deniz Gezmiş’i, Selahattin Demirtaş ile Uğur Mumcu’yu aynı kategoride gösteren tuhaf bir entel-dantel zır cahil solcu türü belirdi. Fakat eski bir sosyalist yayıncı ve TİP militanı da yazısına “Vietnam’dan YPG’ye Halkların Savaşı” gibi acayip bir başlık koyabildi. İçlerinde bilinçsiz ve saf olanlar varsa da bu türün öncüleri gönüllü işbirlikçilerdir. Ülkenin etnik ve mezhebî olarak parçalanmasını “demokrasi” diye yutturmaya çalışıyorlar.

Fakat öte yanda, hekim bakış açısından bugünün savaşları gerçekten de sivil halk için büyük bir sağlık sorunudur. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), top mermilerinde kullanılan seyreltilmiş uranyumun, zırh delici çeşitli mühimmatın içerdiği cıva ve kurşunun ortamı zehirlediğini; Irak’ın 9 bölgesinde ölü ve sakat doğumlarda muazzam bir artış olduğunu; Felluce’de çocukların saç örneklerinde normalin 6, Basra’da ise 11 katı cıva bulunduğunu 2000’li yılların başında açıklamıştı. Yakın gelecekte terör örgütlerinin hükümetlere şantaj amacıyla kentlerde yaşayan masum insanlara dronlarla kimyasal ve biyolojik saldırıda bulunacağını öngörmek için kâhin olmaya gerek yok. Günümüzde uluslararası savaş hukuku diye bir şey kalmadı.

Barış talepleri cephede savaşan askerin moralini bozmaz. Esas moral bozucu olan, siyasî iktidarın savaşı yönetebilecek yetenekten yoksun oluşudur. Dış politikayı pazarlık olarak anlayan ilkesiz siyasî irade, o politikanın uzantısı olan savaşı da aynı pazarlıkçı ve ilkesiz anlayışla yürütür. Askerin morali bozulacaksa, işte bu yüzden bozulur!

Aydınlık gazetesi, “Beştepe’deki Danışmanların İçinde Federasyon Lobisi” diye manşet attı (25.01.18). En güvenilir askerî uzmanlardan biri olan Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz’un son makalesi, “Hedefiniz Fırat’ın batısını ÖSO’ya bırakmaksa yandık ki yandık” başlığını taşıyor (Oda tv, 01.02.18).

Moral bozucu olan, Saray ve çevresinin gizli bir gündeme sahip olma ihtimalidir; ÖSO’nun “Kuvayi Milliye” mi yoksa “şeriatçı çete” mi olduğuna dair tartışmalardır. Güney’de ABD’nin taşeronu olarak Sünni nüfuz bölgesi öngören “Stratejik Derinlik”in yazarı Davutoğlu’nun Saray’da “gündemdeki bütün konuları muhtevî” üç saatlik müzakerede bulunmasıdır.

Moral bozucu olan, TTB hekimlerinin “barış hemen şimdi” zevzekliği değil siyasî iradenin savaşta açık bir politik hedef belirleyememiş olmasıdır; dış politikadaki deneysel tutumunu savaş sahasında da sürdürme eğilimi ve ihtimalidir.

İfade özgürlüğünün temeli basın özgürlüğüdür. Ana akım medyanın holdingleşerek siyasî iktidara mahkûm olduğu bir ülkede basın özgürlüğü olmaz. Direnen medyayı da zamanla sustururlar. Savaş sahasında olanları Ulusal Kanal’ın genç haberci/yorumcularının yanı sıra yabancı kaynaklardan, Robert Fisk gibi gazetecilerin yazılarından izlemek durumundayız. Siyasî iradenin bir gözü Amerika’ya, bir gözü Rusya’ya bakıyor ve hükümetin her bir bakanı her durumda araziye göre farklı bir şey söylüyor, holding medyası da hoparlör gibi kullanılıyor.

Tek çözüm yolu askerî yetkililerin savaşın politik ve askeri hedefleri ve gidişatı konusunda halkı ve bütün dünyayı düzenli olarak bilgilendirmesidir. Böylece en azından iç cepheyi zayıflatan spekülasyon ve siyasîlerin savaş üzerinden oy devşirme çabaları sona erer. Savaşan askere ifade özgürlüğü talep ediyorum.

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları
HDP sorunu 24 Ağustos 2019
Müşterek harekât 17 Ağustos 2019
Yeni bir dünya 06 Ağustos 2019
Üretim devrimi 03 Ağustos 2019
Demokrasi sorunu 30 Temmuz 2019