İhtiyaca göre şerbet-(TAMAMI)
Bir yandan PKK terörü, diğer yandan Erdoğan'ın PKK'ye karşı söylemi tırmanıyor. Ekranlarda da, “Aman Oslo'daki anlaşma bozuluyor mu? Bunları yeniden nasıl uzlaştırırız” diye telaşla çırpınan tartışmacılar boy gösteriyor.
Yabancı istihbarat servislerinin denetim ve gözetimi altında hükümet ve PKK arasında varılan anlaşma nasıl “anayasalaştırılır?” Herhalde, “Müjdeler olsun! PKK ile anlaştık” diye sokağa fırlayıp, AB ile olduğu gibi, “PKK ile Müzakere Bayramı” ilan ederek değil. Zaten David Phillips de “Türkiye'nin Kuzey Irak'a Girmesi Nasıl Engellenir” başlıklı 2007 raporunda, “nisbeten uzun süreli ateşkesleri,” hükümetle PKK arasındaki görüşmelerin anlaşmayla sonuçlanması için gerekli görüyor. Yoksa anlaşma protokolü imzalandıktan sonra, bunun topluma kabul ettirilmesi aşamasında ateşkesten hiç söz etmiyor.
Yol haritasını hazırlayıp süreci yönetenler, “bölünme anlaşması”nı topluma kabul ettirme aşamasında oynanması gereken rolleri belirlemeyi de kuşkusuz ihmal etmemişlerdir. Millete, “Ne yapacaksanız yapın artık, yeter ki bu 'ateş' dursun” dedirtmek için, “ateşkes” değil, “yoğun ateş” gerekir. Terör tırmandırılırken, hedef ve kapsamının genişletilmesi de aynı amaca katkıda bulunur.
Bu senaryoda, “terör karşısında seçeneksizlik” halka biçilen konumdur. “Terör karşısında çaresisiz, anlaşmaktan başka çıkar yol yok” diyen bir Erdoğan, bırakalım bölünme anlaşmasını halka kabul ettirmeyi, koltuğunda bir gün dahi duramaz. Ona düşen rol, “teröre karşı yeni stratejiler üretmek, ciğeri yanarak esip gürlemek”tir. Bu arada kerametlerinin nereden menkul olduğu belli kimi “hikmet sahipleri,” yüzüp yüzüp ucuna gelinen bu anlaşma fırsatının kaçırılmaması için tarafları itidale davet eder. Hele meclisteki muhalefet, anlaşmanın içeriğine ciddi bir itiraz yöneltmiyor, hatta bazı konularda adeta AKP ile yarış ediyorsa, bölünme anlaşmasının anayasalaştırılması için istenen kıvama ulaşılmış demektir.
Rollerin oynanmasında kantarın topunu kaçırıp, milletin Oslo anlaşması dışında başka seçeneklere yönelmesine yol açmamak için, “müzakere zeminini” de hepten boşlamamak gerekir. BDP, yemin edip meclise katılır, Erdoğan da tutumunu “hem mücadele, hem müzakere” diye açıklar.
Plana göre, ABD'nin Irak işgaline karşı ülkemiz halkının tepkisini dizginlemede “İslamcı bir iktidar” ne kadar etkili olduysa, bölünme anayasasına “milliyetçi söylemlerin” eşlik etmesi de o kadar etkili olacaktır. Üstelik hayat bilgisayar oyunu olmadığına göre, kendilerine rol biçilen güçlere bir tuşa basarak kumanda edilemez. Rolün dışına çıkma eğilimi gösterdiklerinde onları hizaya getirecek araçlara sahip olmak gerekir. Onun için PKK'yi hükümete, hükümeti de PKK'ye karşı bir tehdit unsuru olarak kullanmanın faydası vardır, zararı yoktur.
Halkın devrimci seçeneğini ülkenin geleceğini belirleyecek toplumsal güç olarak inşa etmek, bu oyunu bozmanın tek yoludur.