İki ateş arasında
İlk uyarıyı 1970’lerin ortalarında Demir Özlü’den almıştım: Israrla adlı kitabımdaki aynı adlı ilk şiirim, “Kavganın alnında ne güzel durmuşsun kardeşim” dizesiyle başlıyor, yazarın partizan örgütlenmesini yaşamdan kesitlerle savunan militan tutumum, bir gün pişmanlık duyacağım bir aşırılık ve sertlik içeriyordu. Özlü’ye hiç bozulmadıysam da, sözleri hep aklımda... Benim esin kaynağım Aragon’du. FKP’nin merkez komite üyesi Aragon, konumunu hiç terk etmeyecek bir şair olarak, Fethi Naci’nin yayımladığı “Çağımızın Sanatı” kitabındaki görüşleriyle beni sarsmış, derinden etkilemişti (Gerçek Y., Nisan1966, çev.: Bertan Onaran).
ESTETIK KURAMIN KAYNAĞI
Bursa Eğitim Enstitüsü’nde, öğretmenimiz Mehmet Aydın öncülüğünde çıkardığımız Alkım dergisinin ilk sayısında (1967), epey eleştiriye uğradığım yazımda, Aragon’u ve sosyalist gerçekçiliği vurgulamıştım. Bizdeki edebiyat tartışmalarına yeni yeni oturan bu kavrama Aragon çok farklı bir ölçü getiriyordu:
“Ben, akademik ve duruk olmayan, açık, evrim yapabilecek nitelikte, yeni olgularla ilgilenen ve ta ne zamandan beri kabuğu soyulmuş, parlatılmış ve hazmedilmiş olgularla yetinmeyen, ilerlerken alışılmışın dışında kalan gerçeklikleri inceleyebilmek üzere değişen, güçlükleri ortak bir payda altında toplamayan, olayları yerleşik düzen içine oturtmak üzere değil, tersine, olaya öncülük etmek üzere ortaya çıkan bir gerçekçilik, dünyanın değişmesine yardım eden bir gerçekçilik, yüreğimize su serpmeyip tersine, bizi uyandıran ve kimi zaman, sırf bu yüzden, insanı tedirgin eden bir gerçekçilik istiyorum.”
Yıllar içinde estetik üzerine nice kitap okudum, birkaçını da De Yayınevi’nde yayımladım; ama hiçbir estetik kuramcısı ve yapıtı, beni Aragon’un kitabı ve bu paragrafı kadar köklü etkilemedi.
BÜYÜK GREV’E DENSİZLİK
Aziz Nesin, Aragon’un “olaya öncülük ve insanı tedirgin eden” gerçekçilik tanımını edebiyatta olduğu kadar eylemde de bire bir doğrulayan, bize ait öncü yazar ve aydın kimliğinin somut örneğiydi ama bir sol parti üyesi değildi. Şöyle ki, soldaki oluşum, örgütlenme ve partilere olabildiğince yakın uzaklıkta kalmayı ilke edinen Aziz Nesin, kimileyin bunlardan birine en ağır eleştirileri yöneltmekten ama gerçekliğe yapyakın durmaktan geri kalmadı. Bunun en belirgin örneği, TKP’nin DİSK’teki uzantılarının yanılgılarını sergileyen Büyük Grev öyküsüdür. Nesin’in 1977’deki bu görkemli çıkışı, dönemin kimi şair ve yazarlarınca, “Aziz Nesin sen Nesin?” densizliğiyle saldırıya uğratılırken, bendenizin tek başına onu savunuşu, üyesi bulunduğum TSİP’te bile kimi çapsız tepkilere yol açmış, ne ki o günlerde sürgünde olduğum Van’da Kürt kökenli yurttaşlara dair Cemil Fazlı’yla hazırlayıp Parti Kongresi’ne yetiştirdiğim rapor bana yönelik okları bumeranga dönüştürmüştü. Aziz Nesin daha sonra 1993’te yeniden günlük çıkmaya başlayan Aydınlık’ta başyazar olarak gericiliğe karşı etkili bir savaş yürüttü.
TARİHİN TEKERİNE TAKOZ
Emeğin savaşımı üstünde tam da Turan Dursun’un belirlediği açıda sürekli büyüyen karanlığın büyülü gölgesi işçi sınıfının politik birliğine gitgide gözbağı olmuştur. Çokmerkezli solda her çizgiye eşit uzaklıkta duran nice yazar ve aydın, her ne kadar örgütsüzlük sitemiyle oklanmışsa da, saygınlığını korumuş; sağdan gelen ateşlere karşı genel sol duyarlığın korumasını arkasında duyumsamış, hep gözde kalmak adına Nesin’e bakarak örgütsüzlüğü yüceltmiştir. Oysa tıpkı Aragon’un tarihsel sorumluluğuyla, hem gerçekçiliği ödünsüz ama en geniş ufukta benimseyen hem de bunu örgütlü tavırla somutlaştıran yazar ve aydınlar, kendi örgütü dışındaki çizgilerce dışlanmıştır; başka deyişle, düşman ateşinin yanı sıra dost ateşine uğramıştır. Örgütünce tetiklenen kaygılarsa cabası...
Okurken, meramını anladık da sadede gelemedin, diye düşünen dostlara, tartışmayı iki hafta sonra sürdürmek üzere şunu söylemekle yetinmek zorundayım: Neye telaş ettiysek o, önce bize, sonra tarihin tekerine takoz oldu.