İki dirhem keçiboynuzu
Ustalar ustası Reşat Ekrem Koçu yazmış, elimde 1969 tarihli Sümerbank Kültür Yayınları sürümü bulunuyor. Şu bizim ceberut cumhuriyetin (!) az çok kazanan her kurumunun, Avrupa fonlarına yaltaklanmadan, kültür sanata ilişkin işleri yapayalnız yapmış olması nasıl da harikadır! Türk Giyim Kuşam Sözlüğü’nden söz ediyorum evet. Evet efendim, böyle bir sözlüğümüz var bizim.
Çok yıkanıp da bilek üstüne dek çekmiş gibi duran pantolonlar, dapdar gömlek, babet çorapla inanılmaz sivri burunlu parlak ayakkabılar giyen; kel, tespihli, bol yüzüklü ve insanı sakaldan tiksindirecek noktaya getiren “sıkıntı yok” adamcıkları ve muhakkak birbirlerine yapışık halde gezdikleri, eşofmanları ve berbat röfleli saçlarıyla nargileciye giden paçoz sevgililerinden önce giyim kuşam sözlüğü varmış Türkiye’nin. Yenisinden söz etmiyorum, Eski Türkiye bu eski!
Bir zamanlar, giyim kuşamına özen gösteren, şık ve süslü insanlar hakkında iki dirhem bir çekirdek diye başka dillere kolay kolay çevrilemeyecek (düşün işte, İngiliz “as sweet as a nut” diyor) bir deyimimiz varmış. Bu yakıştırma, ağırlık ölçüsü olarak okkanın yürürlükte olduğu eski devirlerden kalma. Bir okka, bugünkü ölçülerle 1.238 gram civarı. Okkanın dört yüzde biri dirhem. Dirhem, hassas teraziler için. Bugün hassas terazisi yok kimsenin. Okumadan, anlamadan, dinlemeden dağıtarak vurup kırmanın çağındayız.
Daha hassas işlerle uğraşanlar, örneğin sarraflar, dirhemden de ufak ölçümler için çekirdek adlı birimi kullanıyor, 1 çekirdek aşağı yukarı 5 santigram. Eski yaşantımızın en kıymetli parası Osmanlı altını da toplam iki dirhem bir çekirdek ediyor. O yüzden çok süslü kimselere, iki dirhem bir çekirdek yakıştırmasında bulunulmuş, mecaz yoluyla altın denilmiş. 6.814 gram kendileri. Bu da günümüzde Reşat altını ediyor, son romanımın kahramanlarından biri neden Reşat, onu da açıklamış olduk!
Altın denince, karat diye çok sıklıkla yanlış kullanılan kırattan da söz edeyim isterim pazar pazar. Kırat, elmas zümrüt gibi değerli taşları tartmak için kullanılan iki desigramlık ölçü birimi. Atalar dedeler yine mecaz yapmış, insanların seviyesini ölçerken de kıratı kullanmış. O zamanlar kimse birbirine ey sen, sen kimsin falan şeklinde racon kesmiyor, “senin kıratın ne kardeş” deniyormuş. Kelimenin kökenine de bayılırım. Antik Yunanlı kardeşlerimiz keçiboynuzuna keration diyorlar, İngiliz carob, Arap da kırrat demiş. Keçiboynuzu ne alaka diyeceksin; doğada ağırlığı değişmeyen tek tohum (yanılmıyorsam 0,2004 gram) olduğu için adamlar elması bu tohumla ölçermiş de ondan. Dört tane bundan olunca 1 dirhem ediyor.
Ölçüsüzlüğün değer haline dönüştüğü bir toplumda, boş lafın, kibrin, kasıntının değil bilginin, işin, hassas terazinin değerini yeniden ölçü yapacağız, onu diyecektim...
Ne tuhaftır, insanın aklında kalan değişiyor zamanla. Belki de nasıl duymak isterse öyle duyuyor, görüyor insan. Geçen hafta Yaban’dan söz ettiğim Yaban Makas başlıklı yazımda romanın kahramanına Ahmet Cemal demişim, Ahmet Celal olmalıydı. Geç fark ettim. Erken fark edilse adı fark etmek olmazdı belki. Yaşam, ölenlerle doludur. Tevekkeli değil, Ahmet Abi, Ahmet Cemal hoca çağırdı belki de, ses etti gittiği yerlerden... Brecht’i, Benjamin’in Pasajlar’ını, Körleşme’yi, Zerdüşt’ü çeviren güzel insan, hınca hınç dolu derslerine devam zorunluluğu olmayan nefis öğretmen... Ses etti demek bana. Bosna’daki savaş üzerinden Avrupa’nın asırlık “uygarlık” birikiminin nasıl bir anda buharlaştığını anlatan. Selam olsun Ahmet Cemal’e!