21 Kasım 2024 Perşembe
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İki farklı belediyecilik anlayışı

Burçak Evren

Burçak Evren

Gazete Yazarı

A+ A-

İstanbul, belediyeler için bir yap-boz tahtası gibi...

Birileri geçmişi yüzyıllara dayanan kentin zamana yenik düşmüş, her bir hoşgörüsüzlüğe karşın hala ayakta kalabilmiş olanları geleceğe taşımanın gayreti içinde yap-bozun eksik ya da yıpranmış parçalarını tamamlama gayreti gösterirken, bir diğerleri ise, bırakın eksik parçaları tamamlamayı bir yana, onca yıldır zamana dayanmış olanları bile yok etme peşinde. Kısacası tam bir yap-boz oyunu gibi. Birileri yaparken, bir diğerleri bozuyor, bozmakla da yetirmeyip, en değerli parçaları bir daha yerine konamayacak denli, bağışlanamayacak bir umursamazlıkla yok edilip gidiyor.

Yüzyıllar boyu yangınlar, depremler, savaşlar, yağmalar ya da benzeri felâketler ile oldukça zedelenmiş olan bu kadim kentin zamana dayalı parçaları ne var ki günümüzde de onları koruyacak, sahiplenecek konumda olan yerel yönetimlerin eliyle de benzer durumları yaşamak zorunda kalıyor.

Örneğin, bir an için bu yap-boz oyun tahtasının tam orta yerinin Pera/Beyoğlu, ya da daha küçük ölçekli Cadde-i Kebir, frenkçesiyle Grand Rue de Pera yani İstiklal Caddesi olduğunu var sayarak zaman içinde bu pazıldan yok edilenleri düşünelim. Tokatlıyan, Markiz, Emek, Gloria (Lüksemburg), Elektra, Concordia, Sarkıldoryan, Mayer, Baker, ya da ne bileyim her birinin derinliklerinde kaybolduğunuz pasajlar, pastaneler, tiyatro ve sinema salonları vs. Saymakla bitmez...

Ya onca zamandır yitirdiklerimizin yerini alanlar... Ne var ki bunlar da saymakla bitmez...

Eskinin yerine koyduğumuz hiç bir şey, ne geçmişe ne de geleceğe yönelik. Onun içindir ki, yalnızca yap-bozun paçaları değişmiyor, giderek eksiltilerek bu kentin olumsuz yönde kimliğinin de değişim dönüşüme uğramasına neden olup onu tanınmaz bir hale getiriyor.

Bir belediyemiz-yani Beyoğlu belediyesi- günlerdir haberlere konu olan Beyoğlu’ndaki Fransız yetimhanesine, sözüm ona millet bahçesi yapma bahanesiyle el koyup kapılarını hiç kimselerin giremeyeceği bir şekilde kapatıyor. Bu el koymanın yasal olup olmadığıyla, el koyulan yetimhanenin mülkiyetinin kime ya da kimlere ait olduğunu tartışacak değiliz. Ancak, bir kentin tam orta yerindeki bir değerin yıllar sonra fark edilerek el konulma şekline karşıyız. Hadi el koyuldu,  niye yok etmek, bir kadim semtin topografyasından bir çırpıda silinmesi isteniyor? Bunu da anlamak mümkün değil.

Aynı kentin, aynı semtinde ise bir başka belediye  –yani İstanbul Büyükşehir Belediyesi- yine aynı padişahla ilişkili, yıllar yılı Beyoğlu’nun tam orta yerinde bir ibret abidesi gibi duran İstanbul’daki ilk art nouveau örneklerinden Raimondo D’Aranco ustanın elinden çıkma  Abdülhamit’in terzisi Botter’in evine sahip çıkarak, niye onu yıkmak yerine, bu kente kazandırıp onu değerli bir miras olarak geleceğe taşıyor? ...

Aynı kent, aynı semt, aynı padişaha atıfta bulunan iki değer. Ancak iki farklı belediyecilik  anlayışı... 

Hani eski çocuk dergilerinde olduğu gibi, iki farklı belediyecilik anlayışını ölçmek için aynı bölgenin iki fotoğrafını ortaya koyup, bu fotoğraflar arasındaki tek benzemeyeni söyleyin desek, hiç düşünmeden her ikisinin de tarihi değerlere ilgi gösterdiğini, ancak bu ilgi duyma nedenlerinden birisinin yıkmak, diğerinin ise restore ederek geleceğe miras bırakmak olduğunu görebilirsiniz.

Ama birileri oturduğu yerden bile rahatlıkla görülebilecek olan ne Botter’in evini, ne de Tünel’in üstündaki değişim-dönüşümleri bir türlü görmüyor, ya da inatla görmek istemiyor...

Hadi Fatih’in tablosunun alımına karşı çıktınız, neden Ulu Hakan diyerek yücelttiğiniz bir padişahın Fransız yetimlerine uzattığı elin anısını yıkıp, ortadan kaldırmak istiyorsunuz...

İnanın bunu da anlamak mümkün değil...