24 Kasım 2024 Pazar
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İki kere yabancı

Feridun Andaç

Feridun Andaç

Eski Yazar

A+ A-

Önüm sıra yürüyen iki delikanlıda bakışlarım. İkisi de çıplak ayaklı. Birinde iğreti sandalet, diğerinde tabanlarına basılmış epeski bir ayakkabı. Adeta sürterek yürüyorlar. Yere basmalarındaki güvensizliği hemen anlıyorsunuz. Üstleri başları dökülüyor. Pantolonları, eprimiş ceketleri... “Hırpani” demeye içim varmıyor. ‘İnşaat amelesi iseler bu saatte burada ne işleri var,’ diye geçiriyorum içimden.

Önüm sıra baygın baygın yürüyüşleri sapmalar gösteriyor. Bağdat Caddesi’nin hummalı öğlen saati. Kadıköy yönüne doğru yürüyorum. Sağda sıra sıra yeme içme yerleri. Birisi, ani bir atakla, bunlardan birine giriyor; bir iş yapacak sanıyorum irkilerek. Öyle değil! Garson telaşla yanına varıp kahverengi ceketli sandaletli olanını iterek teras vari yerden dışarı çıkarıyor. Bir çuval gibi kaldırıma itelenip suskunca duruyor. Diğeri de sustukça bakıyor sağa sola. Gözlerim gözlerine ilişiyor, utanç dalgası sezinliyorum. Arkadaşının yanına gelmesini beklemeden bir hamlede bir ileriki cafeye giriyor. Bu kez dikkatim onun üzerinde. Ne söylediğini anlayamasam da; ihtimal yardım istiyor. Masadaki anlamsız yüzler cüzzamlıya bakarcasına irkilip yüz çeviriyorlar...

Yoksulluğun, çaresizliğin aşağılanma haline birkaç dakikalık seyirde tanık oluyorum.

Genç irisi adamların, ihtimal bilmedikleri bir kentin bu şatafatlı caddesinde, adeta “iki kafadar” gibi yüz geri edilmelerine içim acıyor.

Elimi cüzdanıma atıp onlara para çıkarmak değil derdim.

İzliyorum. Artlarındayım. Adımlarım ağır aksak onlarla yürüyorum. Birkaç hamle daha başarısız kalınca, omuzları düşük, başka dilde konuşarak yolun karşısına geçiyorlar...

Onların bu durumu ne sıradan, ne de sıradışı. Aykırılık ve öfke içeriyor.

Biliriz ki yoksulluk insanı insana/kendine yabancılaştırır. Hatta ötekileşir, harici kalırsınız birden.

Hele yerinizden yurdunuzdan edilmiş, göçe, sürgüne sürüklenmişseniz; bu kez iki kere yabancısınızdır.

Bu tür bir sürüklenişin çağımızdaki yoğunluğu ve sürekliliği artık uluslararası bir sorun olmakla birlikte, bir insanlık sorunu.

O iki genç adam gözden uzaklaşıp gidince, böylesi bir aşağılanma halini içime hiç de sindiremediğimi söylemeliyim.

Onların giremedikleri cafeye yönelmişken vazgeçip bir başkasına gidip oturdum.

Kitapçıdan yeni çıkmıştım. Çantamda Zygmunt Bauman’ın “Kapımızdaki Yabancılar” kitabı vardı. Bauman tam da bu konuyu anlatıyordu. Yani göçü, göçmenliği, sürgünlüğü, mülteciliği... Ve bunlarla gelen/yaşanan savrulmaları. Özellikle de göçmen’in kaygı ve korkularını.

Savaş, çatışma, şiddet ortamından kaçarak kendilerine yer yurt arama derdinde olan insanların bu savrulmaları artık vicdani bir sorun. Özellikle coğrafyamızın hem içinde hem sınırı ve ötesinde yaşanan savaş bu göç/savrulma/yoksulluk manzaralarıyla bizi her gün yüzleştiriyor.

Dünyanın birçok yerinde, özellikle de Avrupa’da sıcak gündem oluşturan “göç krizi” yeni sorunlarla birlikte birçok açmazı da hayatımıza taşıdı.

İnsani duyarlılık açısından baktığımızda iyi-kötü, zengin-yoksul, ben-öteki gibi ikiliklerin anlamı/anlamsızlığı yeniden sorgulanmaya başlandı demeliyim.

Özellikle azgelişmişlik sendromu yaşayan ülkelerden akıp gelen bu göç dalgasının asıl sorumlusu gelişmiş kapitalist ülkeler, bu konuda, yarattıkları sorun karşısında duyarsız ve ahlaki körlük içindeler.

Sorunun çözümü yerine çoğaltılıp yaygınlaştırılması tek hedefleri.

Doğrusu “mültecilik” sorununa dönüşen göçmenlik/sürgünlük başlı başına toplumsal bir olgu. Bir yanda neden/niçinleri dururken, ötede ise gelinen yerde sorunların çözümü için birtakım arayışların olması kaçınılmaz.

İşte bu noktada Zygmunt Bauman’ın söyledikleri dikkate değerdir.

O vebalıya bakışı var eden anlayışı yıkmadan, sanki göçmeni/mülteciyi anlamak zor, hatta imkânsız.

Bu kitlesel göçler sınır ötesi sorunlarla birlikte, hayatın içine yansıdığı yönleriyle toplumsal ve güncel sorun... Üstüne üstlük bunu bir “tehdit” olarak görmek bir yana; ülkenin, ülke insanın bu konudaki entegrasyon için yeterli donanımda olmaması da sorunu katmerleştiriyor.

“Gereksiz”, “niteliksiz”, “başkası”, “öteki” denilerek uzak durulmaya çalışılanın özünde “insan” olduğu unutuluyor nedense...

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları