İkinci gemi
Geçtiğimiz günlerde Erdoğan’ın TOBB Ekonomi Şurası’nda söylediği sözler siyasal safların sınırlarını bir kez daha harmanladı. Hepimizin aynı gemide olduğunu söyleyen Erdoğan bazılarının sırf kaptanı sevmedikleri için gemiye zarar vermeye çalışanlarla bir olduklarını söyleyerek muhalefete çattı. Bu sözler gemi benzetmesi üzerinden bir tartışma başlattı.
Erdoğan’ın kastettiği, Türkiye’ye yönelik dış tehditlerin ekonomik kriz ile derinleştirildiği ve giderek milli beka sorunu yaratacak düzeye geldiğiydi. Nitekim Vatan Partisi lideri Doğu Perinçek de ABD’nin Türkiye’ye karşı eylemli bir düşmanlık içinde olduğuna işaret ediyor.
Aynı gemide olduğumuz görüşüne yönelik itirazlar bu ortamda dile getirildi. Bu itirazların ortak noktası ülkeyi on altı yıldır tek başına yöneten Erdoğan’ın bugün yaşadığımız her türlü badirenin birinci dereceden sorumlusu olduğu... Bu kesimler aynı gemide olmayı adeta Erdoğan’ın günahlarına kefil olmak olarak sunuyorlar. AKP’nin izlediğinden farklı siyasi programlara sahip olmaları farklı gemilerde olmak anlamına geliyor. Gemi benzetmesine yöneltilen itiraz, belirli türden bir gemi kavramsallaştırmasına dayanıyor. Gemi, vatanın bütünlüğü ve milli beka sorunu ile değil, hükümet icraatlarıyla ve AKP’nin programıyla özdeşleştiriliyor ve bu benzetmeye itiraz ediliyor. Böylece Erdoğan’ın aynı gemideyiz sözleri, AKP’nin arkada kalan on altı yıl boyunca yaptıklarını açık veya örtülü biçimde onaylamak, onun siyasi programını benimsemekmiş gibi sunuluyor.
Atatürk’ün “sözkonusu vatansa gerisi teferruattır” sözüne bayılanlar, iş somut tutum almaya gelince bu geminin Türkiye gemisi olduğunu anlamazlığa vuruyorlar. Bu bir yanlış anlama mıdır? Bu sorunun cevabı hem evet hem de hayır. Bireysel düzlemde bakılırsa özellikle sosyal demokrat seçmen katmanı arasında Erdoğan yönetimine karşı örgütsüzlüğün getirdiği karamsarlık ve seçeneksizlik duygusu içinde bunalmış geniş bir kitle bulunuyor. Benzer bir karamsarlık ve nihilizme seçenek yaratma umudunu kaybetmiş örgütsüz aydınlar arasında da rastlanıyor. Bu kesimler kendi bağımsız yolunu izleyen ve iktidar seçeneği olduğuna inanan bir siyasal öznenin özgüvenine sahip değiller. Bu nedenle derin karamsarlıklarının yarattığı krizi, hırçın biçimde muhalefet ederek, mizaha başvurarak ve kendi iç kamuoylarına konuşarak yönetmeye çalışıyorlar.
Ancak örgütsel düzlemde bakarsak sorunun cevabı farklılaşıyor. Başta CHP ve HDP yönetimleri ile irili ufaklı diğer partilerde bırakalım olayı yanlış anlamayı, aynı gemide olmama söylemini temel iktidar stratejisi olarak kuran bir yönelim görülüyor. “Aynı gemide değiliz” söylemi, ABD’nin Türkiye’ye yönelik tehditlerini görmemekten değil, açıkça Erdoğan’ın üzerinin ABD tarafından çizilmiş olmasında kendileri için bir iktidar fırsatı görmekten doğuyor. Bir kısım seçmen kitlesinin yaşadığı kafa karışıklığına biraz da bu örgütsel tavırdan etkilenmeleri neden oluyor.
Bugün alınacak en yanlış tavır, Erdoğan’ı siyaseten onaylamamakla vatanın savunulması arasındaki kalın çizgiyi önemsizleştirmektir. Arkada kalan dönemdeki icraatlarıyla AKP’nin bugün karşı karşıya kaldığımız tehditlerin büyümesinde sorumluluğu olduğu, ülkenin yapısal ekonomik sorunlarını çözmeyerek dış güçlerin operasyonlarına açık hale getirdiği bir gerçek. Ancak bu gerçeği görmekle çözümü mücadele mevzilerinin içinden üretmek farklı şeyler. Geçmiş hataların diyetini isteyenler, önce çözümün bir parçası olduklarını göstermek zorundadırlar.
Vatan gemisini AKP’nin siyasi programı ve hükümet icraatları olarak indirgeyerek ele almak, ABD’nin tehditlerini ikincil hale getirmek anlamına geliyor. Bu da bir tür gemi şüphesiz. Ama sizi çıkaracağı limanın, varmayı umduğunuz yer olmadığını anladığınızda ağlamak yok, ona göre.