22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İktidarlarında dini değerler birleştirici değil bölücülüğe dönüştü

Nihat Genç

Nihat Genç

Eski Yazar

A+ A-

Bekir Bozdağ yeni bir mağduriyet bulmuş, kısacık özetiyle şunları bağıra bağıra söyledi: “Meclisi, Külliye’yi koruyacak uçaksavarlar makineli tüfekler niye düşünülmemiş, şimdi biz devletin kurumlarını radarla, uçaksavarla, makineli tüfeklerle, bir bir koruyacağız.”

Önce Ankara’yı bilmeyenler için hatırlatalım, meclisin tam karşısında İçişleri Bakanlığı ve ona bağlı binlerce polis var. Bir olay anında meclise intikalleri bir dakika dahi değil on-onbeş saniye sürüyor, çünkü yolun karşısı kadar uzaklıkta. Aynı şekilde Genelkurmay, Hava Kuvvetleri Komutanlığı ve bir çok komutanlık meclisin elli metre solunda dizilmişler, meclise intikalleri bir dakika sürmez.

Yani meclis, polis ve askerin tam ortasında, şimdi bu meclisin çatısına uçaksavarlar koyup kime karşı koruyacaksınız?

Meclisi kendi ordun ve polisine karşı mı koruyacaksın?

Ya da meclisi ve diğer kamu binalarını korumak için bu ülkenin ordusu ve polisi yok mu?

Meclisini ve kamu binalarını kendi ordusuna kendi polisine karşı korumak için harekete geçen bir devleti tarihler ilk defa yazıyor, ilk defa görüyor!

Böyle bir konuşma böyle bir ‘güvenlik tedbiri’ duyulmadı görülmedi, kamu binalarını kendi ordumuz ve kendi polisimize karşı uçaksavar ve makineli tüfeklerle korumak nerede görülmüş, bu bir açıkça ‘iç savaş’ halinin ilanı itirafı ve iç savaş tedbiridir.

Ancak, zamanında bu kadar darbe olduğu içinmiş hiç kimse meclisi ve sarayı uçaksavarla korumayı düşünmemiş. Bekir Bozdağ, açıyor ağzını yumuyor gözünü...

Hangi kamu binasını koruyalım Bekir Bozdağ bey, yetmedi, siyasileri korumaya on binlerce polis yetmiyor.

Devlet kendini, kendi askeri ve polisine karşı koruyamıyor, böyle bir olmayacak derdin içine düştük, biz de itiraf edelim, devletin sonuna geldik.

Birbirine savaş açmış siyasi-ordu-polis-cemaatlerin tam ortasında devletin birliği infilak etmiş, tarihimizin en korkunç günlerine geldik.

Bekir Bozdağ bey, polis asker hemşire hakim vs. yetiştiren her türlü okulumuz var, bu okullarda çocuklar yetişecek, devleti ve vatan toprağını koruyacak, bu kadar basit, arıza nerde?

Arıza, devlete cemaati ve çeşitli dini grupları yerleştirmişsiniz, hiç birinin birbirine itimadı yok, hepsinin siyasi ve dini yolu başka, hepsinin inandıkları devlet içinde ayrı bir otoriteleri var. Bin çeşit inanç, bin çeşit tarikat, bin çeşit İslamcı ideoloji var, oysa, devlet tektir, vatan toprağı tektir. Devlet ve vatan toprağının da tek bir otoritesi vardır, meclis ve hukuk kurumları.

Devleti, binalarını ve siyasilerini koruyabilmemiz için asker ve polisin ‘ortak değerler’ etrafında ‘birlik olması’ şarttır. Başka türlü devlet olmaz. Irak sınırını menzilcilere, Suriye sınırını Süleymancılara, İran sınırını bilmem hangi cemaatlerin korumasına mı vereceksiniz? Kutsal Roma İmparatorluğu bu küçük devletçiklerin bitmeyen inanç, fıkıh, kilise, yüzyıl ve otuz yıl süren iç savaş kavgalarıyla çökmüştür.

Ve iktidarınızın sayesinde hem devletin göbeğinde hem sınırlarımızda da ortaçağın otuz yıl din savaşlarımız çoktan başlamıştır. Devletimizin en tepesine, yaverlerine, Genelkurmay’ına kadar sirayet etmiş ve bu savaş yedinci-sekizinci senesini çoktan doldurmuştur. Ve bu iç savaşa elinde Kur’an, fıkhi hükümler, şeyhler ve cemaatler, karışmayan dahil olmayan kalmamıştır.

Bir ulus bir devlet olabilmeniz için devlet içinde ikinci bir otoriteye hiçbir şekilde izin verilmemeli, bu siyaset biliminin devlet teorisinin vazgeçilmez olmazsa olmaz yasasıdır.

Peki, bir de bunu soralım, meclis çatısında elinde uçaksavar koruyan asker hangi tarikattan, hangi cemaatten olacak?

Kimi Abdülhamid der, kimi Vahdettin der, kimi şeyhim der, kimi falan cemaat derseniz, devleti ve vatan toprağını koruyacak ‘ortak değerleri’ paramparça ederseniz.

İsteyen istediğine inansın, ancak, hepimiz bir ortak değerde anlaşmalıyız, o da, devlet ve vatan toprağı, hepimizin devleti ve vatan toprağıdır.

Her devlet öğrencilerine bu ‘ortak değerleri’ öğretir ve her devletin yetiştirdiği öğrenciler, hakimi, savcısı, polisi, askeriyle ülkesini tehditlere ve düşmanlara karşı korur.

Şüphesiz herkes inancında özgürdür, ancak, devlete sızmış cemaat ve tarikatların inancı, gördük işte, devlete ve vatan toprağına karşı.

Ve şimdi kim devletin yanında, kim değil ayıklamak mümkün değil.

Şimdi siz imam hatip ve okullarınızda Vahdettin hain değildi diyorsunuz, diğer öğrenciler, hain olduğuna inanıyor, ne olacak?

Şimdi siz falan cemaatin tarikatın hain olmadığına inanıyorsunuz, diğer öğrenciler, hain olduğuna inanıyor, ne olacak?

Oysa bir devletin tehditleri ve düşmanları o ülkenin ortak değerleridir!

Şimdi siz Atatürk’e düşmanlık yapan öğrenciler yetiştiriyorsunuz, diğer öğrenciler ise Atatürk’ün ortak değer olduğunu söylüyor, şimdi ne olacak?

Şimdi siz Cumhuriyet’in parantez içi reklam arası olduğunu söyleyip arkaik bir rejimi ağzı salyalı yandaşlarınız gözünde ütopik hale getiriyorsunuz, diğer öğrenciler, bunların hepsi saçma sapan gerici, fetihci, maceracılık olduğunu söylüyor, şimdi ne olacak?

Ne mi olacak, devleti yönetenler hiç değilse ‘ortak değerlerde’ anlaşacak, eğitimi siyaseti anayasası hukuku ortak değerlerde kuşkuya düşmeyecek.

Yoksa, işte kendi meclisini kendi orduna ve polisine karşı uçaksavarlarla korumaya başlarsın ve bunun sonu yoktur.

Artık sayenizde ‘din’ toplumu bölüştüren parçalayıcı infilak ettirici hale geldi.

Din sayenizde bölücülüğün en tehlikelisi haline geldi.

Devlet kadroları mehdi ya da şeyhlerinin izinden gitmeyi ‘inanç özgürlüğü’ sanan milyonlarca virüsle doldu.

Bekir Bozdağ bey, ülkenize bir bakın, kendini açığa çıkartan bir mehdinin kalkışmasını hep birlikte tanıdık, peki potansiyel mehdilerin sayısı kaçtır, tüm İslam dünyasında kaç yüz tane kalkışma sırası bekleyen mehdi var. Ülkemizde ve İslam dünyasında kaç bin tür ‘inanç’ yani mezhep ve ideoloji vardır.

Bu her şeyhin her mezhebin kafasındaki ‘inançlar’ın her birinin tanrısı, siyaseti, düşman tanımları kafir tanımları ve hukukları farklı farklıdır.

Bir ülke toprağını ve kurumlarını koruyabilmesi için ordusunu ve polisini kendi aralarında tarihler boyu anlaşamayan bin farklı inançlarla değil ‘ortak değerler’le yetiştirmeleri şarttır.

Vatan toprağı şeksiz şüphesiz ‘tektir’, devlet şeksiz şüphesiz tek’tir.

Ama cemaate, şeyhe, mehdiliğe, inanç farklılıklarına ve Tanrı inançlarına gelince, binlerce çeşidi vardır ve bu çeşitlerin herbiri birbiriyle tarihler boyu ve şimdi topraklarımızda olduğu gibi savaş halindedir.

Devleti bu manyak şeyh ve cemaatlerin birbirleriyle iç savaşının tam merkezine koyan onların iştahlarını açıp şehvetlerini kırbaçlayan sizlersiniz.

Bana bir memurunuzu ya da vekilinizi ya da bir yandaş yazarınızı gösterin ki, sadece iki dakikacık, cemaat ve şeyh ve Kur’an ve fıkıh tartışması yapmadan konuşabilsin.

Ben size, cemaat, şeyh, Kur’an, fıkıh tartışması ve kavgası yapmadan konuşabilen tek bir askeri, polisi, memuru, sayenizde, iktidarınızda göremedim, yandaş medyanızda ve ekranlarda hiç görmedim.

Kurtuluş Savaşı, Lozan, Atatürk, Cumhuriyet, yediyüzseksenbin kilometre kare gibi, ‘ortak değerlerde’ anlaşabilmiş tek bir devlet dairenizi vekilinizi yazarınızı hiç göremedim.

Osmanlı diyerek Osmanlı’ya da haksızlık etmeyin, hiçbir Osmanlı döneminde cemaat ve tarikatlar devlet içinde bu denli büyümedi yaygınlaşmadı, ve üstüne Osmanlı, devletin birliği için, kendi kardeşlerini kendi oğullarını dahi ikilik çıkmasın diye gözünü kırpmadan boğdu öldürdü.

Çünkü inançlar farklı farklıdır, telakkiler farklı farklıdır, tarikat yol farklı farklıdır, fıkhı hükümler farklı farklıdır, ancak devlet ve vatan toprağı tektir.

Lozan’ı beğenmiyorsunuz, Cumhuriyet’i beğenmiyorsunuz, Kurtuluş Savaşı’nı bir ortak değer olarak beğenmiyorsunuz, ve şeyhler ve cemaatlere övgüler dizip külliyelerde zikirler çektiriyorsunuz.

Bu sapık, sapkın, meczup, tımarhanelik deli cemaat ve tarikat ve şeyhlerle yolun sonuna geldiniz, artık bir umudumuz, meclis çatısındaki uçaksavarlara mı kaldı?

Hukuk, yurttaşlık, liyakatla dalganızı geçe geçe geldiğiniz bu çürümüş çaresiz halinizden ders çıkartın, ne yapcağız şimdi, meclise uçaksavar koyduk, peki evinizin çatısına, peki komşularınız çatısına, peki muhalif vekillerin çatılarına...

Bir düşünün, devleti iç savaş tedirginliğine ve iç savaş tedbirlerine ve iç savaş korkularına nasıl getirdiniz?

İnançla sarhoşluğunuzu karıştırdınız. İnançla şehvetinizi iştahınızı karıştırdınız. İnançla meczupluğu karıştırdınız? İnançla hezeyanlarınızı karıştırdınız? İnançla siyaseti inançla devleti inançla vatan savunmasını karıştırdınız?

Ve yediyüzseksenbin kilometre kare dişinizin kovuğuna yetmedi.

Yediyüzseksenbin kilometre kare ihalelerinize yağmalarınıza yetmedi.

Yediyüzseksenbin kilometre kare cematlerinize pay etmeye yetmedi.

Yediyüzseksenbin kilometre kareyi Allah deyip hukuk demeden yediniz.

Yediyüzseksenbin kilometre kareyi din deyip ahlaksızca yediniz.

İnanç deyip kudurmuş köpekler gibi yediniz ve ülkeyi 1918’in Mondros mütarekesi şartlarına siz getirdiniz!

Bir ortak değeriniz vardı o da ‘ortak ihale’ ‘ortak yağma’ ‘ortak yemek’, onu da ‘müslüman kardeşlerinizle devlet sofrasında güzel güzel kardeş kardeş’ yemede dahi anlaşamadınız!