23 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

'İktisatçı' Gül'ün üzerinden atladığı gerçekler

Recep Erçin

Recep Erçin

Eski Yazar

A+ A-

Abdullah Gül, Karar Gazetesi'ne ekonomiye ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Yabancı yatırımla kalkınmayı savunan Gül, Ak Parti'nin iktidara geldiği ilk beş yılda hayata geçirdiği reformlarla 30 milyar dolar yabancı yatırım çektiğini savundu. Oysa söz konusu dönemde başlayan özelleştirmeler neticesinde 60 milyar dolarlık kamu kaynağı satıldı. Sözcü'den İsmail Şahin geçen yıl kasım ayında yayınlanan haberinde Ak Parti'nin özelleştirme bilançosunu yazdı. O habere göre 2003 yılında 187 milyon dolarla başlayan özelleştirmeler, 2005'te yıllık 8.2 milyar dolara çıktı. 2007'de de 4.2 milyar dolarlık kamu kaynağı satıldı. Merkez Bankası verilerine göre de, 2002'de 16.2 milyar dolar olan yabancıların Türkiye'deki doğrudan yatırımları 2012'de 183 milyar doların üzerine çıktı.

IMF'Yİ UNUTMUŞ OLMALI

Gül, devletin ekonomik birimlerinin başına çoğu DPT kökenli uzmanlar getirerek, daha önce onlarla beraber hazırladığımız beş yıllık Acil Eylem Planı’nı kararlı bir şekilde uygulamaya koyduklarını söylüyor. Ancak yine aynı Abdullah Gül, cümlesinin devamına şunu ekliyor: "Bu plan özü itibarıyla aynı zamanda AB Kopenhag ve Maastricht Kriterleri’ni Türkiye’de geçerli hale getirmeyi beraberinde getirecekti." Böylece Gül, uygulanan planın aslında Kemal Derviş döneminden kalma IMF dayatması olduğunu itiraf ediyor.

"Bugün hala ayakta durabiliyorsak bu ilk beş senemizde Türk ekonomisinde gerçekleşen yapısal dönüşüm sayesindedir. Biz, o dönem gerçekleştirdiğimiz reformlar sayesinde ülkemizin iç ve dış şoklara karşı dayanıklı sağlam bir ekonomiye sahip olmasını sağladık" diyen Gül, nedense IMF ile 2005'te imzalanan ve 2008'de sona eren Stand-by'dan söz etmiyor.

ENFLASYON SÖYLEMİ SAMİMİ DEĞİL

2007-2014 döneminde Cumhurbaşkanlığı yapan Gül, "40 senelik enflasyon belasını sona erdirdikten sonra tekrar çift rakamlı enflasyon oranlarına geri dönüşümüz refahın topluma yayılmasını önleyen, tehlikeli bir gelişme" diyor. Oysa Gül'ün görevde olduğu 2008 ve 2011 yıllarında da enflasyon yüzde 10'un üzerindeydi. Üstelik Türkiye'deki çift haneli enflasyonun kalıcılığı 2013 Mayıs ayında FED'in politika değişimi ile başlayan dolar kurunun değerlenmesi ve bunun da ithalat fiyatları üzerinden maliyet baskısı yaratması sonucu oluştu. Söyleşide "iktisatçı" unvanıyla sunulan Gül, bu gerçeği ve yine 2018'de ABD ile yaşanan gerginlik sonrası kur şokunun etkisini görmezden gelmiş.

BORÇ DAĞLARI AŞINCA MI!

Gül'ün "Gördüğüm en büyük tehlike" dediği borçlanma konusuna sayfalarımızda dikkat çekiyoruz. Gül, "AK Parti hükümetlerinin daha önce Türkiye’yi kurtardığı dövizle iç borçlanmanın tekrar kaynak ihtiyacı için bir yol olması ileride büyük sorun olur. Ülkenin bugünkü borçlanması yüksek maliyetlerle gerçekleşiyor" tespitinde bulunuyor. Bugün Türkiye'nin yüksek faizle borçlanmasının en temel nedeni kur kaynaklı risk taşıması ve gelişen ülkelerden sermaye kaçışının sürmesi. Borçlanma riskine işaret eden Gül'e sormak gerekiyor; 2003'te 130 milyar dolar olan toplam dış borç, özelleştirme, sıcak para ve dış doğrudan yatırımlara rağmen 2014 sonunda 407 milyar dolara çıktığında da büyük tehlike yok muydu? Ve 2019 sonunda toplam borcun 437 milyar dolar olduğunu da not düşelim. Borçlanmanın hızına bakıldığında asıl tehlikeli artışın, Gül'ün görevde olduğu ve nedense bu borçların kendisi tarafından tehlikeli görülmediği zamanlarda yaşandığı Hazine verilerinden izlenebiliyor.

Yine borçlanma maliyetine baktığımızda ülkenin risk primi 2018'deki kur şokundan sonra bozuluyor. Onun öncesinde 140 ile 300 arasında dalgalanan bir CDS var. Gül döneminde ise 200'lerin üstü görülüyor. O dönemde yine Türkiye dünyanın en fazla maliyetle borçlanan ülkeleri arasında yer alıyordu. Aslında değişen tek şey borçlanma maliyetinin oranı oldu. Gül'ün dövizle iç borçlanma uyarısı yerinde olmakla birlikte bu uygulamanın pandemi sürecine özel bir durum olduğunu düşünüyoruz.

DÜNYADAN HABERİ VAR MI?

Son dönemde izlenen ithal ikameci politikalar için ise Gül, "Yerli üretimin desteklenmesi ve geliştirilmesi elbette amaçlanmalıdır ancak gümrük duvarlarını tek taraflı olarak yükseltmek bu amaca hizmet etmez.... Kapalı ekonomilerin derinliğini ve verimliliğini yitirdiği, fakirleşme ve buhranlara yol açtığı tarihi tecrübelerle sabittir" yorumunu yapıyor. Bugün bütün dünyada en serbest denilen AB ve ABD bile yerli üretimini korumak için ya gümrük tarifelerini yükseltiyor ya da tarife dışı engeller çıkartıyor. ABD ile Çin'in durumu malum. AB'nin ise Türkiye'nin çelik sektörüne yönelik haksız uygulamaları gözler önünde. Böyle bir ortamda Gül'ün, Türkiye'nin pazarını korumak için aldığı tedbirleri "tek taraflı" diye yorumlamasını iyi niyetli bir yaklaşımla ekonomik gündemi yakından takip etmemesine bağlayabiliriz. Üstelik Türkiye'nin aldığı kararlar daha ziyade ucuz üretim yapan ve yüksek dış açık verdiğimiz Asya'dan gelecek mallara yönelik ve o ülkelerle çeşitli ticari pazarlıkların bir unsuru olarak tezahür ediyor. Ticaret Bakanlığı koordinasyonunda Türkiye İhracatçılar Meclisi bünyesindeki ihracatçılar sanal ticaret heyetleri ve fuarlar yapıyorlar; böyle bir ülkenin içe kapandığını söylemek de yine iş dünyasını yakından takip etmemekle ilgili olabiliyor. Yoksa Gül'ün, sıcak para akımlarına kapının kapatılmasını kasdettiğini anlayacağız!

PLANLI EKONOMİK MODELE ÖVGÜ

Gül'ün ekonomiye ilişkin açıklamalarına cevap verir nitelikte bir yazı olduğunun farkındayız. Ancak amacımız Gül'e yanıt vermekten ziyade bir dönem hükümette üst düzey görevlerde bulunmuş isimlerin bugün ekonomide oluşan tabloda hiç payları yokmuşçasına açıklamalar yapmalarının samimi olmadığını göstermek. O dönem Aydınlık izlenen özelleştirmeci, sıcak paracı borçlanma ekonomisine karşı çıkan yayınlarla iktidarı uyarıyordu. O uyarılar sonuç verdi ki bugün ithal ikameyi özendiren, yabancı kaynak yerine yerli kaynakları kullanarak bir milli ekonomik model oluşturma yolunda hızlı adımlar atılıyor. Gül de bu adımları görmüş olacak ki, bir program dahilinde adımlar atılmasını şu sözlerle üstü kapalı da olsa öneriyor: "Cumhuriyet dönemi iktisat tarihine baktığımızda, ülkemizin ekonomik olarak en sağlıklı büyüdüğü, büyümenin getirdiği refahın topluma en fazla ve nispeten dengeli yayıldığı dönemlerin beş senelik, önceden duyurulmuş ve herkesçe bilinen, ayrıca tutarlılık arz edip, kararlı bir şekilde uygulanan programlarla gerçekleştiği görülecektir. Maalesef Türkiye bir süredir uzun vadeli iyi düşünülmüş veriye, analize ve uzmanlığa dayalı bir stratejinin noksanlığını hissetmektedir."

Ne diyelim; Aydınlık'ın ve Vatan Partisi'nin yüksek sesle dile getirdiği planlı ekonomik modelin başarısını, en özelleştirmeci yönetimin o dönemki en üst düzey görevlisi bile kabul eder duruma gelmiş.