İleri-geri kavgasında aydınlar
Güncel olayları değerlendirip geleceğe dair sağlam öngörüde bulunmak çok zorlu bir çaba ve donanım gerektiriyor. Marx, olayların görünüşü ve gölgesiyle aldanmayıp onları dünden yarına çizdikleri eğride ve ideolojik ufkun ötesinde görmenin zorunluğunu vurgularken yalnızca bilim adamı ölçütleri getirmiyor, gerçek aydın oluşun başlangıç ilkesini de koyuyordu. Politik olgu ve bağlantılar kimi yakıcı sorunlarda belirsizleşebilir, dahası günümüzde postmodern görünüm alarak bulanıklaşabilir ya da aydın ve sanatçıların yönelimleri zaaf işareti taşıyabilir. Böyle durumlarda hemen saldırgan bir söylem kullanmak, karşıtlıkları daha da sertleştirmeye ve yarılmayı derinleştirmeye yol açacaktır. Çare, ülkenin ve dünyanın içinde bulunduğu nesnel ve öznel koşulları değerlendirirken dokuz düşünüp bir söyleme yöntemini terk etmeyip güçlü ve kalıcı çözümler aramaktan geçiyor...
‘AYDIN OLİGARŞİSİ’ Mİ?
Tartışmayı ikide bir Attilâ İlhan’a dönerek yeniden başlatmak, hele onun Aydınlar Savaşı (1991) kitabından “aydın oligarşisi” kavramını gündeme getirmek, kanımca kolaycılıktan ileri gidemez: 1990’ların sonlarında Adnan Özer de, egemen liberal ilişkilere dayanarak, kültür üzerinde Marksist aydın hegemonyasından dert yanmıştı. Gerçek şu ki aydınlar tarih boyunca ne dünya çapında ne de ülkemizde iktidar zümresi olabilmiştir. Ülkemizden bakacak olursak, sözgelimi Atatürk’ün bir danışma kurulu havasındaki entelektüel sofralarını aydın oligarşisi olarak görmek Attilâ İlhan’ın aklının ucundan kanımca geçmiş olamaz. İdris Küçükömer; 27 Mayıs sonrası laik, demokratik, emeğe ve Cumhuriyet’e saygılı atılımlarda aydınların etkin görev almasını halk iradesine karşı bürokratik bir dayatma olarak görmüşse de aydınları iktidardaki bir avuç zorba yani oligarşi olarak niteleme küstahlığına düşmedi –ne de yüz yüze kaldığı saldırılara aydın oligarşisi tanımı yakıştırdı.
‘AYDIN ÖZELLEŞMESİ’ DE Mİ VAR?
Cumhuriyet aydınlanmasına ABD güdümlü İslami karşı çıkışların mezhepçi ve etnikçi safsatalar ve neoliberal hurafelerle Şerif Mardin çizgisinde saflaşarak cepheden saldırıya geçtiği süreçte Attilâ İlhan devrimci kamuoyunun ilgisini İP’in Mustafa Kemal’le örtüşmesine yöneltmişti (1995). Ne ki İP’in çabası kafasındaki beklentiye uymayınca İlhan hemen geri çekilmişti. Çünkü masa başındaki kuramsal vargıların ideolojik ve siyasal bulanıklıktan, lekelerden arınması ha deyince olmuyor; toplumsal savaşım ve edimlerin bataklığına girmeyi göze almak gerekiyor. Bu bağlamda, Türk edebiyatının en güçlü yazarlarından Aziz Nesin, aynı zamanda en etkili ve sağlam aydın örneği olarak benzerleri arasında da seçkinleşiyor. Peki ABD güdümlü Batı işbirlikçiliğine ömrü billah muhalefet eden Aziz Nesin’in örgütlü aydın atılımları mı Attilâ İlhan’ı aydın oligarşisi kavramına yöneltti? Şurası bir gerçek ki, 2000’lerde de bu kavramda ısrarlı olan bir Attilâ İlhan, “aydın refleksi”nin yokluğundan yakınmazdı –Aynı yıllarda ilginçtir ki Metin Çulhaoğlu da, her türlü özelleştirmeye karşı olmakla birlikte aydınların özelleştirilmesine karşı olmadığını belirtiyor, aydının tükenmişliğini vurguluyordu–. Tarihin ve talihin cilvesine bakın ki, AKP iktidarının ağırlıklı müttefiki olarak her istediğini aldıkça güçlenip devlet kadrolarını hızla ele geçirmekte olan FETÖ, toplumsal ve siyasal savaşımın içinde etkinliği bulunan Cumhuriyetçi asker - sivil son aydınları da Ergenekon davalarıyla saf dışı etmeye yönelmişti.
AZİZ NESİN VE AYDIN OLMAK
Türkiye’de ileri - geri kavgası, sanatçı ve aydınların siyasal iktidara karşı oluşturduğu zeminde gelişti. Bu çatışmayı işleyen pek çok toplumsal araştırma ve edebî eser olmakla birlikte en etraflı çalışmayı Yalçın Küçük’ün gerçekleştirdiğini biliyoruz. Ne ki, gerçeği söylemek gerekirse, yazarlıktaki ustalığının yanı sıra her türlü deneyimini güncel toplumsal savaşımın diyalektiği içinde sınamaktan geri kalmayan, üstelik savaşın en keskin dönemlerinde, siyasal saplantıları olmaksızın hep önde ve eylemde olmayı başaran en etkili kişilik elbette Aziz Nesin’dir. Onun 1940’lardan başlayan, sürekli büyüyüp genişleyerek yarım yüzyıla uzanan yazarlık ve savaşım serüveni çok güçlü ve aşılması çok güç bir örnek oluşturuyor. 1970’lerde antifaşist savaşım platformlarında TYS’yi toplumsal katalizör olarak etkili konumlara taşıyan Aziz Nesin, yapıtlarıyla ve uluslarararası ilişkileriyle de zengin ve güçlü bir entelektüel kişilik çiziyordu. Onun düşünsel yaratıcılık ve cesaretinde yeni bir aşamayı oluşturan Büyük Grev kitabının başarısı Aydınlar Dilekçesi’ndeki öncü çabasıyla daha taçlanıyor. Şöyle ki, güçlenen dinsel bağnazlığın sürekli mevzi kazanmasını durdurmak üzere toplumsal muhalefeti aynı saflarda buluşturma tasarımının bir yansıması olarak güncel politik kaygıları elinin tersiyle itmesi ve 2. Günlük Aydınlık döneminde ikirciksiz işe koyulması benzersiz bir aydın tipinin yaratılmasını örnekliyor.
Aziz Nesin’in Korkudan Korkmak yazıları, hem aydınlara hem de aydın karşıtlarına yönelik köklü eleştirileriyle bizi kanımca şu gerçeğe taşıyor: Aydınların eleştirisinden korkmak gibi bir tavır, II. Abdülhamit’e çok yakışmış, o da sarayını birbirine karşıt düşünsel konumlardaki Fikret’in ve Âkif’in siyasi yandaşlığından koruyamamıştır.