İlhan İrem: Er mektubu görülmüştür
İlhan İrem’le tanışıklığımız, her ikimizin de vatani görevini yaptığı yıllara, yetmişli yıların sonlarına denk düşer. İlk ve son görüşmemiz de bu olmuştur. Bundan sonra yollarımız hiç kesişmedi. Ara sıra bizimle yapılan söyleşilerde, ya o benden, ya da ben ondan birkaç satır söz etmişizdir. O kadar...
Sözü edilen yıllarda ben Kars’ta yedek subaylığımı, o da sanırım Erzurum’da (o civarda bir başka yer de olabilir) er olarak vatani görevimizi yapıyorduk. İkimizi bir araya getiren olay ise, orduevine seçilip orada görev yapmamdan dolayı olmuştu.
Orduevi subayı olarak bizlerin bir görevi de kimi kültürel/sanatsal etkinlikler düzenlenmekti. Bu etkinlikler arasında tüm üst düzey subayların katıldığı yemek/müzikli toplantılar da oluyordu. Bu toplantıların birinde, Kars’a yakın bir ilde askerliğini yapmakta olan İlhan İrem de söz konusu oldu ve etkinliklerden birisine konser vermesi için davet edilmesi düşünüldü. Orduevi komutanı bu işle beni görevlendirdi ve ben de gerekli yazışmaları yaparak İlhan İrem’in Kars orduevinde vereceği konser için peşine düştüm. Bu konudaki zorluk, İlhan İrem’i ikna etmekten çok, onun bağlı bulunduğu yerdeki üstleri ikna etmekten geçiyordu. Çünkü onlar olur demeden, İlhan İrem’in değil konser vermesi, bulunduğu birlikten dışarı çıkması bile pek mümkün değildi. Sonunda komutanlar birbirleriyle konuşarak sanatçının Kars orduevindeki konserinin yapılması kararlaştırıldı.
Otobüsle Kars’a gelen İlhan İrem’i otogarda karşılayıp Kars orduevine getirdim. Aynı günün akşamı orduevi salonlarının birinde sahne alacaktı. Sanatçının Kars’a gelmesi beklediğimizden çok ilgi gördü. Onu dinlemek için Konsere – daha doğrusu yemekli ve de müzikli geceye- tüm üst düzey subaylar aileleriyle birlikte katıldı. O dönemlerde mesleğinin zirvesinde olan sanatçını müzik ziyafeti, katılan herkesi memnun etti. Sanatçı, ısrarlı alkışlar altında defalarca bitirir gibi olduğu konserini, bıraktığı yerden devam ettirmek zorunda kaldı. Subay ve aileleri onu bırakmak istemiyor, onunla fotoğraf çektirmek için adeta birbirleriyle yarışıyordu. Sonunda gecenin ilerlemiş bir saatinde konser bitti.
Konser bitiminde doğal olarak ben de sanatçıyı orduevinin odalarından birinde konuk ettim. Ama müzik ziyafetine doyamayan birçok subay ailesi, kaldığı odanın kapısına kadar gelerek onun tekrar şarkı söylemesini istemesi, bir süre sonra pek hoş olmayan olayların oluşmasına da zemin hazırladı. Ben sanatçının rahatsız edilmesinin doğru olmadığını söyleyip karşı koymama rağmen, kimileri gereğinden fazla ısrarcı olunca, sonunda odasını değiştirip bir başka odada yatmasını sağladım. Ertesi gün sanatçıyı birkaç subay arkadaşımla birlikte –bunlardan biri de benim gibi orduevi subayı olan ressam Ertuğrul Ateş’ti- Kars’ın geleneksel kahvaltısını yaptıktan sonra yine otogardan otobüse bindirerek yolcu ettik.
Ama olan bundan sonra oldu. Bir gün sonra Tugay komutanı tarafından çağrıldım. Çağrılma nedenim, bir eri –yani İlhan İrem’i–subay orduevinde yatırmamdı. Bu cezayı gerektirecek bir olaymış. Tugay komutanından, onun ağırlanmasındaki ayrıcalığın rütbesinden değil de sanatçı kimliğinden ötürü olduğunu anlatmama rağmen epeyce fırça yedim. Tüm subay aileleri onunla fotoğraf çektirmek için sıraya girmiş, konserini dinlemiş, ben ise onu orduevinde misafir edip ettiğim için suçlu olmuştum. Böylesine bir hatayı nasıl yaptığıma ilişkin bir hayli suçlandım. Bereket versin ki tugay komutanı çok centilmen ve de entelektüel bir kişiliğe sahipti. Bir daha olmasın diyerek beni cezalandırmadı.
İlhan İrem, Kars’tan ayrılmadan önce orduevindeki odama gelmiş, orada oluşturduğum kütüphane ile masanın üzerinde sonradan kitaplaştıracağımı söylediğim askerlik anılarıma ilişkin yazdıklarımı görmüştü. Kitaba ne ad koyacağımı sorduğunda ise “Er Mektubu Görülmüştür” demiştim. O sıralar sıkıyönetim olduğundan erlere gelen tüm mektupların okunması işi bana verilmişti. Pek hoş değildi ama, her gelen mektubu okuyor, sonra da zarfın üzerine “Er Mektubu Görülmüştür” damgasını vuruyordum. Bu adı çok beğendi ve kendisinin askerlik dönüşü yapacağı kasetin adında bunu kullanılıp kullanamayacağını sordu. Ben de bu adın yalnızca bana ait olmadığını, dileyen herkesin kullanabileceğini belirtmiştim.
Yıllar sonra bu adla kitap yapmadım ama, o; bu adla bir çalışmasını yayınladı. Ve birkaç söyleşisinde de, bu adın kullanılış nedenini büyük bir nezaketle bana atıfta bulunarak anlattı…
Hep ışıklar içinde çalıştı… Dilerim ki hep ışıklar içinde yatar…