24 Kasım 2024 Pazar
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İngiliz sicimi ve Çin aşısı

Atakan Hatipoğlu

Atakan Hatipoğlu

Gazete Yazarı

A+ A-

1838’de İngiltere ile imzalanan Baltalimanı Anlaşması Osmanlı ekonomisinin ölüm fermanı olmuştu. Eşitsiz ekonomilerin serbest koşullarda rekabete çıkması, hafif sıklet boksörün ağır sıklet karşısında nakavt olması gibi bir etki yarattı. Kısa bir süre içinde yerli imalat sanayi çöktü. Başta İngiliz tekstil ürünleri olmak üzere Avrupa malları iç piyasayı ele geçirdi. Tanzimat dönemi başlamıştı.

İnsanların bilincini içinde yaşadıkları ve onları çepeçevre kuşatan maddi koşullar belirliyor. Kafanızı çevirdiğiniz her yerde Avrupa mallarını görmeye başladığınızda, onlarla rekabet edemeyen yerli malların kalitesizlikleri daha bir göze çarpıyor. Böylelikle giderek üstün yabancı kalitesiz yerli gerçeği, bir kural kesinliği içinde bilinçleri etkilemeye başlıyor.

Esasen idam tekniği ile ilgili bir söz olarak doğduğu söylenen “asılacaksan İngiliz sicimi ile asıl” sözü, bizde Tanzimat döneminin Avrupa hayranlığını ve kendi ülkelerinde köleleşmeye başlamış bir toplumun aşağılık kompleksini yansıtan bir içeriğe kavuştu. Bir şeyin kaliteli ve güvenilir olmasının garantisi Batı menşeili olmasıydı.

Bu önyargıda hiç gerçeklik payı yoktur diyemeyiz. Çünkü sömürgeleştirme yoluyla başka toplumların bütün servetlerine el koyduğunuzda, öyle büyük bir sermaye birikimi ve mamul ürün pazarı yaratırsınız ki, en ileri üretim teknikleri için gereken yatırımları yapmanız mümkün hale gelir. Serbest piyasa rekabetinin hem maliyetleri düşürme hem de ürün kalitesini arttırma konusundaki zorlayıcı etkisi nesnel bir faktördür. Buraya Max Weber’in rasyonel kapitalizmin doğuşunun gerçek nedeni olarak gördüğü ve “protestan ahlakı” olarak nitelendirdiği Kalvinist “çalışma ibadettir” mantığını da ekleyince ürün kalitesi konusundaki öznel faktör de tamamlanmış olur. Sonuç, Batı kapitalizminin “rekabet edilemez” mallarına hayranlık olacaktır. İngiliz sicimi bir kalite ölçütü olarak algılanır.

Türk siyasal sistemi son yetmiş yıldır NATO şemsiyesi altında, “Moskof ayısına” karşı “dost ve müttefik” Amerika’nın koruyucu kanatları altında yaşadı. Bu süreçte Türk toplumunun dünyayı algılama tarzı, Batı sisteminin bizim için uygun gördüğü ölçülerle şekillendirildi. Sinemalarımızda James Bond, dünyayı ele geçirmek isteyen Rus, Çinli ya da Kuzey Koreli manyaklara karşı mücadele etti. Geçen gün Aydınlık’ta Latif Bolat’ın tarif ettiği taşralı “redneck”lerden biri olan orta zekâlı John Rambo, kâh Vietnam’da kâh Afganistan’da insanlığın baş belalarına hadlerini bildirdi. Kültür dünyamız yetmiş yıldır bu saçmalıkların saldırısı altında kaldığından, İngiliz sicimine karşı nesnel kalitesinin ötesinde duygusal bir kalite göstergesi olarak bağlandık.

Şimdilerde yurttaşlarımızın bir kısmı, Çin menşeili aşıya karşı olur olmaz yalanlara inanmaya, Avrupa menşeili aşıların daha güvenilir ve kaliteli, Çin menşeili Sinovac aşısının kalitesiz olduğunu kabul etmeye hazır bir ruh hali içinde kıvranıyorlar. Ülkeyi yönetenler, Avrasyalı bir ülke olmamıza, coğrafyamız başka türlü hareket etmemizi gerektirmesine rağmen bütün yumurtaları batı sepetine koyup, üzerine bir de sistemin ülkenin içinde örgütlenmesine izin verince, kültürel algılarımızda bir çarpılma meydana geldi. Batı dışında uygar bir dünya yokmuş, Batılı ülkelerden başka her yerde barbarlık hüküm sürüyormuş gibi içine kapanma, tek taraflı beslenme, açıkçası batı sistemi tarafından “kafeslenme” durumunu yaşadık, yaşıyoruz. Üstelik Batının istediği hizadan biraz olsun çıktığımız anda bizim de barbarlık, diktatörlük ve medeniyetsizlik ile suçladığını unutarak…

Ne var ki, bugün İngiliz siciminin rakipsiz olduğu bir dünyada değiliz. Dünün dünyasında İngiliz sicimiyle rekabet edebilecek alternatif bir sistem yoktu. Bütün dünya ekonomileri, batı kapitalizminin yayılmasının yıkımını ortak bir tecrübe olarak yaşıyorlardı. Oysa artık çok kutuplu bir dünyaya, meydan okuyan alternatif ekonomilere sahip başka bir dünya kuruldu. İşte Çin aşısı daha önce çıktı, Ruslar biz de varız dediler. Türk aşısı yolda. Bu da maddi bir olgu. O halde önümüzdeki süreçte zihinlerimize bu olgu yansıyacak. Değişen maddi gerçeğe rağmen hala gözlerini dikip İngiliz sicimi bekleyenleri, kalite algılarının geçmişin önyargıları ile biçimlenmiş olduğunu görmenin şaşkınlığından başka bir şey beklemiyor.