27 Aralık 2024 Cuma
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İngiltere’nin ayrılışı, AB’nin geleceği ve Türkiye

Hakkı Keskin

Hakkı Keskin

Eski Yazar

A+ A-

Tek kutuplu Dünya’nın hangi sonuçları beraberinde getirdiğine tanık olduk. Sovyetler Birliği dağılınca ve Rusya daha çok kendi iç ekonomik sorunlarıyla zor bir dönem yaşadığı ortamda, kendini tek süper güç olarak gören ABD, hiç bir engelle karşılaşmadan Irak’ı kana boyamıştı. Irak, Afganistan ve Suriye’de yaşananlar, emperyalist ABD’nin, onu engelleyen güç veya güçler olmayınca, neler yapılabildiğinin en açık kanıtlarıdır.
Bu nedenle ABD’den bağımsızlaşan bir Avrupa Birliği, güçlü bir Rusya ve Çin, ABD emperyalist politikalarının engellenebilmesi ve Dünya’da barışın korunabilmesi için, son derece önemlidir. ABD’nin 1950 den günümüze 50 den fazla ülkede askeri müdahalede bulunduğu, darbeler yaptığı veya yaptırdığı, bir çok savaşa ve iç savaşa neden olduğu unutulmamalıdır. 30 yılı aşkın bir süredir Türkiye’de 40 binden fazla insanın yaşamına ve Türkiye’nin yüzlerce milyar harcayarak, kalkınmasının baltalanmasına, başta ABD’nin neden olduğu bilinmektedir. Bu nedenle ABD’nin emperyalist politikalarını engelleyebilecek ve Dünya’da dengenin sağlanabilmesi için yaptırım gücü olan ülkelere büyük gereksinim vardır.

İNGİLTERESİZ AB, ABD’DEN BAĞIMSIZ POLİTİKA İZLEYEBİLİR
İngiltere, daha doğru ismiyle Birleşik Krallık (İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda), 1957’de kurulun Avrupa Ekonomik Topluluğu’na 1973 de katıldı. İngiltere kendini her zaman ABD politikalarının, Avrupa Birliği’ndeki bekçisi ve savunucusu olarak gördü. Hatta bu nedenle ona ABD’nin AB içindeki Truva atı diyenler oldu. Özellikle Fransa, ABD’den bağımsız politikalar izlenmesini isterken, İngiltere buna karşı tavrını sürdürdü. Hatta İngiltere Avrupa Birliği’ni sadece ekonomik, ticari ve finans birliği olarak anlamış, AB’nin siyasi birlik olmasına hiç bir zaman sıcak bakmamıştır.
Oysa 1992 de Mastrich antlaşmasıyla siyasi birliğin de kurulması amacıyla, “Avrupa Ekonomik Birliği” ismi değiştirilerek “Avrupa Birliği” ismini almıştır. Amaç, ekonomik, ticari, finans ve gümrük birliğinin yanı sıra, aynı zamanda siyasi birliği de oluşturmaktır. Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkanlar, dini öğelerin yanı sıra, daha çok finans argümanını kullanarak, Türkiye’nin AB’ne çok pahalıya mal olacağını savunuyorlar. Oysa AB artık azgelişmiş ve refah düzeyi düşük üye ülkelere fazla para yardımı yapabilir durumdan çıkmıştır.

İNGİLTERE’NİN AYRILIŞI AB’Yİ ÖZGÜRLEŞTİRİR
İngiltere’nin AB’den halkoylamasıyla ayrılma kararı, beklenmediği için şok etkisi yaptı. Borsaları derinden sarstı. Diğer üye ülkelerde de bu kararın bir sinyal etkisi olabilir mi kuşkuları gündeme geldi. Göçmen ve yabancı düşmanlığı yapan ırkçı nitelikleri de olan siyasi partiler, AB karşıtı politikalarında böylece yeni ivme kazanmış olabilecekleri endişeleri arttı. Öyle de oldu; Fransa, İtalya, Hollanda, Almanya, Avusturya’da bu çizgide olan siyasi partiler, kendi ülkelerinde de AB üyeliği konusunda, referandum yapılmasını istemektedirler. Neredeyse tüm Avrupa ülkelerinde, en liberalleri olan İsveç ve Danimarka’da da olmak üzere, yabancı, kısmen de İslam düşmanlığı temelli ve AB karşıtlığı odaklı siyasi partiler, parlamentolarda güçlenerek temsil edilir oldular. Bu siyasi hareketlerin orta sürede kendi ülkelerinin politikalarında belirleyici olamayacakları kanısındayım. Avrupa’da barışı tehdit eden bir durum olur bu. Oysa hiç kuşkusuz AB’nin en büyük kazanımı, 60 yıldır ülkeler arasında barışın sağlanmasıdır.
Eğer AB, İngilteresiz 27 üye ülkesiyle birliğini koruyabilir, temel sorunlardan olan göç, gelir dağılımındaki artan adaletsizlik ve özellikle güneyindeki ülkelerde gençler arasındaki işsizlik sorunlarına ortak çözümler bulabilirse, dış politikada da etkin bir güç olabilir. Çünkü artık İngilteresiz AB daha özgür bir dış politika izleyerek, Rusya ve Çin ile karşılıklı çıkarlar eksenli politikalar ağırlık kazanacaktır.
AB’nin kurucu altı ülkesi (Almanya, Fransa, İtalya, Belçika, Hollanda, Lüksemburg), dışişleri bakanları yaptıkları basın açıklamasında, İngiltere’nin AB’den ayrılma sürecinin hızla yürütülmesini istemeleri de çok anlamlıdır. Krallık Birliği’nin eyaleti İskoçya başbakanı, AB’den ayrılmaya karşı olduğundan, bu karar sonucu Krallık Birliği’nden ayrılmamak için referanduma gidileceğini açıkladı. Galler ve Kuzey İrlanda’nın da böyle bir yola gitme olasılığı vardır.

TÜRKİYE’NİN AB POLİTİKASI
57 yıldır süregelen Türkiye’nin AB’ne üye olma serüveni, AKP döneminde daha da gerilere atıldı. Türkiye’nin AB üyeliğine en karşı olan siyasi partilerin başında, Almanya Hıristiyan Demokrat ve Bavyera Hıristiyan Soysal Birlik Partisi gelmektedir. Bunlar diğer Avrupa Hıristiyan partilerini de kendi çizgilerine çekmek için büyük çaba harcadılar. Zaman zaman AB’nin bir Hıristiyan birliği olduğunu söylemekten çekinmediler. Ayrıca nüfusu artmakta ve milli geliri bir hayli düşük olan 76 milyonluk Türkiye’nin, AB’ne büyük yük olacağı görüşündeler. Öte yandan Türkiye’ye bölgede gereksinim olduğunu da bildiklerinden, ikiyüzlü politikalarını sürdürmektedirler. Kabul edilemez bu çifte standart içeren görüşlere karşı uzun yıllar, Almanca yayınlarım ve konferanslarımla mücadele verdim.
Türkiye’nin AB’ne tam üyeliği, gelişmiş demokrasi, gerçek hukuk devleti, bağımsız yargı, insan haklarına saygı, basın ve ifade özgürlüğü, sendikal haklar ve özellikle de işlerliği olan bir sosyal devletin yaşama geçirilmesi için, önemli bir vizyondur. Bu ilkeler benim için, çağdaşlaşma ve “muasır ülkeler düzeyine” ulaşma hedefidir. Ancak Türkiye’nin özellikle Türk Cumhuriyetleriyle ilişkilerini çok yönlü ve uzun perspektifli olarak derinleştirilmesi son derece önemlidir. Bunun yanı sıra Rusya, Çin ve Hindistan ile ilişkilerin geliştirilerek, gerektiğinde AB’ne alternatif politikaların hazır duruma getirilmesi, Türkiye’nin yaptırım gücünü büyük ölçüde artıracaktır.
1999 da Kopenhag kriterlerini yerine getiren Türkiye, AB ülkeleri tarafından aday ülke olarak kabul edilmişti. AKP hükümetleri Türkiye’yi yukarda sıraladığım bu kriterler bakımından ne yazık ki bir hayli geriye götürdü. Bu nedenle Cameron Türkiye’nin ancak bu yüzyıl sonunda AB üyesi olabileceği yüzsüzlüğünü gösterebildi.