İnsan hakları insanlık hakları
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Ofisi tarafından düzenlenen yıllık toplantı, 10-21 Eylül tarihleri arasında Varşova’da gerçekleştirildi. Bileşenlerini AGİT üyesi ülkelerin resmi temsilcileriyle “sivil toplum kuruluşları”nın oluşturduğu toplantıya Türkiye’den Türk-Alman Derneği adına Beyhan Yıldırım ile Görev Vakfı adına ben katıldık. “Göçmen hakları”, “sığınmacılar”, “yerinden yurdundan edilenler ve edilme tehlikesi yaşayanlar”a ilişkin oturumlarda Suriye sorununun bizim dışımızda hiç kimse tarafından gündeme getirilmemiş olması, toplantıya egemen olan “zihinsel bulanıklığın” bir dışavurumu olarak değerlendirilmelidir.
Öte yandan toplantı, Yeni Dünya Düzeni’nin işlerliğini yitirmesinin “insan hakları” konusunda yol açtığı yeni arayışların işaretlerini de içinde barındırmaktaydı . Neoliberalizm, insanları “kum taneleri”, toplumu da bu tanelerin bir araya gelmesinden oluşan bir “kumluk” gibi ele alır. Günümüzde insan ile insanlık arasındaki ilişkinin tarihsel ve toplumsal bir yaklaşımla açıklığa kavuşturulması büyük önem taşımaktadır.
İNSAN HAKLARININ İKİ BOYUTU
İnsan haklarının, biri bireye, diğeri de topluma ilişkin olmak üzere iki boyutu vardır. İnsanlığa ait kolektif hakları yok saymak, bireyleri de haklarını “insanca yaşayabilecekleri” toplumsal zeminden yoksun bırakır. Bir ülkenin egemenlik ve toprak bütünlüğüne saygı, çağımızda en başta gelen “insanlık hakları” arasında yer almaktadır. Bu saygının güvencesi, milli devlettir. Devletleri yıkılan milletler, bırakalım insan haklarından yararlanmayı, ayaklar altında kalarak ezilirler. Neoliberalizmin Ezilen-Gelişen Dünya’ya ilişkin kurgusu, “insan haklarını” “insanlık haklarıyla” çatıştırma üstüne kurulmuştur. Emperyalizmin dilinde “insan hakları”, ezilen milletleri kendisini ezen emperyalizm yerine, kendi milli devletine karşı çıkmaya yöneltmenin aracıdır. Öte yandan bir milli devletin kendi milletinin örgütlenmiş hali olmaktan uzaklaşması, bu kışkırtmaların daha etkili sonuçlar almasını olanaklı kılan bir zemin yaratmaktadır.
KÜLTÜR ÇEŞİTLİLİĞİ NE ZAMAN ZENGİNLİK OLUR?
İnsan ve insanlık hakları arasındaki ilişkinin ele alınış biçimi, çok kültürlülüğe olan farklı yaklaşımlara da yansımaktadır. Farklı kültürlerin birlikte varolması, ancak bir etkileşim sonucu yeni ve daha üst düzeyde ortak bir kültür üretimine yol açtığı takdirde, bir zenginlik kaynağı olur. Böyle bir bireşim, değişik kültürlerin birbirlerinin daha üstün ve ileri yönlerini karşılıklı olarak özümsemeleri yoluyla gerçekleşir.
Öte yandan, bu kültürlerin geri ve tarihsel ömrünü tüketmiş yönlerini korumaya yönelik süreçler, kültürleri kendi içlerine kapatır ve etkileşimi olanaksız kılar. Bu durumda “çok kültürlülük” zenginlik yerine, toplumsal parçalanma kaynağına dönüşür. Ezilen-Gelişen Dünya’daki farklı kültürleri tarihi adeta durdurarak “dondurmak”, olsa olsa bir “Ortaçağ Müzesi” zenginliğini yansıtabilir. Dünyayı kökeni Ortaçağ’a dayanan çatışmaları kışkırtarak kana bulamak ve böylelikle milletleşme süreçlerine ket vurmak, insanlığın kolektif “toplumsal ilerleme” hakkının en ağır ihlalini oluşturur.
AVRUPA’YA KURULAN TUZAK: İSLAM DÜŞMANLIĞI
Bugün emperyalist sistem “İslam Düşmanlığı”nı kışkırtarak, İslam Dünyası’na karşı bir “Haçlı savaşı” yürütmektedir. İkiz Kuleler olayından sonra George W. Bush, “onlarca yıl sürecek, Amerika’nın yanında yer almayanın düşman sayılacağı bir Haçlı Savaşı” ilan etmişti. Amerika, bugün Batı Asya’da sürdürmekte olduğu kirli savaşta Avrupa’yı kendi safında daha etkin biçimde seferber edebilmek amacıyla “İslam korkusu”nu bir kaldıraç olarak kullanmaktadır. IŞİD de, tasarımı ve biçkisi bu amaç doğrultusunda Amerika tarafından yapılmış bir terör örgütüdür.
Avrupa’da güvenlik ve işbirliğinin sağlanması, Avrupa’nın kendisini bu tuzak içinde çırpınmaktan kurtarabildiği ölçüde gerçekleşecektir. Avrasya’nın mücadelesi ve yükselişi, bu açıdan Avrupa’nın yolunu da aydınlatmaktadır.