09 Ocak 2025 Perşembe
İstanbul 11°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İnsan hakları savunucusu postmodern romanlar

Ece Ataer

Ece Ataer

Gazete Yazarı

A+ A-

Yarın, her 10 Aralık’ta olduğu gibi yüzümüz kızarmadan “insan hakları” maddelerini gündeme taşıyacağız. Bunların içinde dilimize pelesenk ettiğimiz öyle bir “yoksulluk tarihi” var ki oldukça karmaşık bir fenomen. Dünya’da 1,1 milyar insan, en temel insan haklarından olan sağlık, eğitim, gıda, su, barınma haklarına ulaşamıyor. Her ay açlık, yoksulluk sınırını sayısal verilerle, raporlarla açıklamak devletleri rahatsız etmiyor! Sosyalistler hariç! Boşuna demiyorlar “Sosyalistler, dünyanın vicdanı!” diye…

İyi ki Kapitalist Devlet Politikalarından Azade Edebiyat Var!

Edebiyatımızın temel romanları, yoksulluğu anlatır. 20. yüzyılda Marksist ideoloji edebiyatı da etkisi altına alır. Toplumcu gerçekçilik” 1930’lu yıllardan itibaren önce Rusya’da, aynı yıllarda Türkiye’de görülmeye başlar, II. Dünya Savaşı sonrasında da etkisini arttırır.

Henüz neoliberalizm üzerimizden ezerek geçmemiştir. Yazarlarımız “fakirlik edebiyatı” yapmakla eleştirilseler de insanlarımızı anlatmaktan vazgeçmezler. Onlar, Türkiye’nin “aşırı” toplumcularıdır. Hem fakirdirler hem de onurlu! Hem yerli hem de milli! Nobel almak gibi bir dertleri de yoktur! Zaten kendileri de ya yoksul mahallelerden, köylerden gelirler ya da sonradan bir biçimde yoksulluğu tatmış insanlardır. İlk etapta Sabahattin Ali, Samim Kocagöz, Oktay Akbal, Cevat Şakir Kabaağaçlı, Orhan Hançerlioğlu, Refik Erduran, Kemal Bilbaşar, Orhan Kemal, İlhan Tarus sayılabilir.

İnsan hakları savunucusu postmodern romanlar - Resim : 1

1940’lı yıllarda kıtlıkla mücadele eden Türkiye’de Köy Enstitüleri’nden yetişen öğretmen yazarlar, belli çevrelerce sıkıcı bulunsalar da Mehmet Başaran, Talip Apaydın, Fakir Baykurt sömürülen köylülerini şehirlilere anlatırlar. Kentli Halikarnas Balıkçısı’nın Aganta Burina Burinata'sı çok sevilir. Romanda emek-sermaye çatışması, insanların yoksul olmasındaki en önemli neden olarak gösterilir. Balıkçılar her an ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalarak günlük ihtiyaçlarını giderebilecek kadar ancak kazanabilmektedirler.

1950’li yıllara gelindiğinde ise Mahmut Makal’ın “Bizim Köy” epey ses getirir. 1940’lardaki yazarlara Dursun Akçam, Ümit Kaftancıoğlu eklenir. Sefaleti, devletin kayıtsızlığını; dönemin ideolojik yapısına göre oldukça sert işlerler. Yaşar Kemal, İnce Memed’le ekonomik gücü elinde tutan feodal beylerin nüfuzunu kullanarak kamu gücünü kendi lehine nasıl kullandığını halk hikâyeleriyle anlatır. O yıllarda yazarlar “insan hakları” demeden dertlerini anlatmaktadırlar. Devletle başları derde girdiğinde Batı’dan medet umarak “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi”ne de gitmek akıllarına da gelmez!

1960’lara gelindiğinde Kemal Tahir, Orhan Kemal, Rıfat Ilgaz, Aziz Nesin gibi dönemin tanınmış yazarlarının konusu; gelir dağılımındaki eşitsizlik, adalet arayışı ile kentteki yoksulluktur.

Şimdilerde Arabesk Bulunan Kemalettin Tuğcu Benim Gibi Orta Sınıf Çocuklarının Yüreğine Sımsıcak Bir Merhamet Duygusu Salar

1970’li yıllarda “Ben de yoksul olarak doğabilirdim!” düşüncesi miniklerin yüreklerine yerleşir. O zamanlar çalışmakla yoksulluktan kurtulabilme umudu vardır insanlarda… Bir gün merhametli bir zenginle bir yoksulun karşılaşabilmesi umudu olduğu gibi… Bu düşünceler, duygular şimdi beğenmediğimiz Yeşilçam filmlerine de yansır.

Orhan Kemal fakirliğin haysiyetle imtihanıdır. Kötülük de yapsalar onun insanlarına kızamazsınız! “Bereketli Topraklar Üzerinde” Pehlivan Ali ile Yusuf, Köse Hasan’ı ölüme terk ederken Hasan’ın kızına götürsünler diye verdiği toka ile tarağı emanet alırken gözyaşlarını tutamazlar.

İnsan hakları savunucusu postmodern romanlar - Resim : 2

Sait Faik işçileri, aylakları, yoksullarla karşılaşan zenginleri bir araya getirirken dayanışmaya dayalı, örgütlü yeni bir düzene işaret eder. “Flaneur”ün balıkçı hikâyelerini Panço’ya anlatmak için biriktirmesinin nedeni budur.

Henüz Toplumcu Direniş Romanları Yerini “İnsan Hakları Savunucusu(!)” Postmodern Sayıklamalara Bırakmamıştır

1970’lerde Oğuz Atay’la başlayan, Yusuf Atılgan’la devam eden postmodern roman, 1980’lerde iyice pompalanır. “Post”un karnı geniştir. İyi kötü demeden, her şeyi karıştırıp yutar. Üstelik bu roman “küreselleşme, ulusal sınırların kaldırılması, insan hakları, özgürlük, çoğulculuk, çokseslilik” gibi iddialı idealist söylemlerle çıkagelir. Hapishanelerde çile dolduran gerçek toplumcular yılgındır. Bu “modernist” akım ulusal değerleri savunan “Atatürkçü” aydınlarımıza bile sıcak gelir. 12 Eylül’den sonra “sosyalizm” den ümidini kesmiş sol kesimden de avlananlar olur. Batı odaklı, üslupsuz moda roman “ideolojiler öldü” demektedir. Mücadele etmek için artık bir neden yoktur.

İnsan hakları savunucusu postmodern romanlar - Resim : 3

Meydan Orhan Pamuk, İhsan Oktay Anar, Hamdi Koç, Nazlı Eray, Hasan Ali Toptaşlara kalır. Bir de başlarına bir kuramcı lazımdır. O da Yıldız Ecevit olur. Teknolojinin ivmesini arttırmasıyla bir simülasyonun içinde yaşayan insana, bu naylon romanlar yapışıp kalır.

Günümüz edebiyatında yoksullar; bir gölge ya da yan karakter bile değiller. Bu janjanlı hayatın içine sızamıyorlar… Varoşlardan çıkmış mafya veya kabadayı olmaya heveslenip bunun için adam öldüren, hırsızlık yapan; elinden her türlü kötülük gelen siyah takım elbiseli gencecik oğlanlar yoksulluğun temsili. “Yeraltı Edebiyatı” sınıflandırmasıyla kendine yer bulan bu edebiyatta küfrün bini bir para! Her geçen gün edebi (!) metinlere yeni bir boyut ekleniyor!

İnsan hakları pahasına…

insan Yoksulluk Dünya Sağlık Eğitim