İnsan Haklarını Savunurken Millete İhanet
MİLLİ KAHRAMAN
50 yıldır en yüksek ülkülerine bağlı kalarak siyasi mücadele vermiş, farklı disiplinleri kapsayan birbirinden değerli 60 küsür bilimsel çalışmasını kitap haline getirmiş, binlerce makale yazmış, Türklerin Avrupa’daki ifade özgürlüğünün tapusunu elde edip Türk milletine armağan etmiş, haksızlığa uğrayan herkesin daima yanında durmuş, yeri geldiğinde Güneydoğu’daki, yeri geldiğinde Ege’deki işçinin ve çiftçinin, yeri geldiğinde en kıymetli subayların yanında durmuş, herkesin hakkını, mezhep ve etnik köken ayırmadan, can ve başla savunmuş, ve en önemlisi; liberal batı hegemonyanın on yılların içinde tezgahladığı sonunda çağdaş Türk devletini yok edip kendi çizdiği kurguya göre yeniden oluşturma planını bozguna uğratan milli mücadelenin en başını çekenlerden biri olmuştur, tam anlamıyla bir halk kahramanı
“BEN BİR HUKUKÇU OLARAK…”
Doğu Perinçek’in karşısında oturup en azami saygıyı dahi gösterememek mi, yoksa ardından sanal ortamda yapılan saygısızlıkla bir de övünmek mi daha büyük rezalettir bilemem, ama şunu kesinlikle söyleyebilirim:
Milletine, devletine, kültürüne, tarihine, özüne düşmanlık edenleri korumayı insan hakları savunuculuğu diye pazarlayan bir şahıs, ancak hukukçu unvanını kalkan gibi önünde taşıma ihtiyacını hissedebilir. O şahıs, - her neden çağırılıyorsa - televizyon programlarına çıkıp, halktan kopmuş eğitimli cahillerin (ki en vahim cahillik budur-bkz. https://www.aydinlik.com.tr/haber/can-atakli-ve-murekkep-cehalet-232228) komplekslerini okşamak ve yaşlı iyi niyetli ama iletişim devriminde bilgi eksikliğine maruz kalmış cumhuriyetçi teyzeler ve amcaların gözünü boyamak üzere, içeriksiz, ucuz polemikler yapma mecburiyetinde hisseder kendini (evet, o çiçekli fotoğrafı öne sürmek adeta argüman bitmişliğinin indikatörü haline gelmiştir artık, insaf be!) Onu yaparken 5 cümleden birine “ben bir hukukçu olarak...“ diye başlar, o şahıs, bireyselciliğe öyle saplanmıştır ki, beraberinde gelen narsistliği, onu içine düştüğü çelişkiler silsilesini bir de marifetmiş gibi göstermeye sürükler, efsaneyi gazozlaştırmaya çalışırken kendi rezaletini efsanelik sanır, ama bir şeyi asla beceremez; iddia ettiği üzere, mazlumların, haksızlığa uğrayanların, halkın, millettin hakkını savunamaz. Ancak ve ancak başkalarının çizdiği ve özgüven eksikliğinden dolayı özendiği ideolojik bir çerçevenin Türkiye’deki komik bir figüranı olabilir.
O insan hakları savunucularının savundukları örgütlerin sempatizanları, son yıllarda Almanya’da hiç bir günahı olmayan, sadece Türk oldukları için derneklere, dükkanlara, camilere ve şahıslara, adeta linç edercesine saldırdığında; onların seslerini hiç duymuyorduk.
Alman medyasının o dönem bu hadiseleri nerdeyse hiç kamuoyuna taşımaması, hiç şaşırtıcı değil.
Öyle ki, gene Almanya’da, devlet televizyonundaki milyonların izlediği meşhur tartışma programında hiç itiraz edilmeden, “TSK, IŞİD teröristleri gibi Suriye’de insan satıyor, katlediyor ve kadınlara tecavüz ediyor“ (evet, inanılır gibi değil, ama yaşandı, belgelenmiştir) diyen şahısa tek bir söz söyleyemeyenler, çıkıp bir milli mücadele kahramanını “ölçülü“ olmaya davet ediyorlar.
Malum, TSK’yı terörist ilan eden hanımefendi de aynı tayfadan. O da bir “insan hakları savunucusu.“ Hem de Alman hükümetiyle iç içe olanlardan…
ATATÜRKÇÜLÜK KILIFIYLA MİLLETE İHANET
Bu, kendi milletini, dilini, özünü, değerini, kimliğini aşağılamakla kendisinin ilerici ve evrensel hak savunucusu bir konumda bulunduğunu zanneden zihniyete normal şartlarda aslında acımak lazım. Ancak yaşadığımız bu fiilen savaş döneminde, Batı’lı liberalist ideologların ezik temsilcileri olarak her hayati meselede Türk milleti aleyhinde konumlanan kitleye denecek tek şey şudur:
Sizin Atatürkçü kılıfı takarak, insanların iyi niyetini ve cumhuriyete bağlılıklarını suistimal ederek koruduğunuz tek şey, Türkiye’yi bölüp parçalamayı hedefleyen dış güçlerdir.
Ya bu hainlik çukurunu terk eder ve Mehmetçiğin arkasında durursunuz, ya da Türk milletinin düşmanı olursunuz!