27 Aralık 2024 Cuma
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İnsan, sınıflar ve öncü parti

Cengiz Köse

Cengiz Köse

Gazete Yazarı

A+ A-

Ne için varız, neden yaşıyoruz, nereden geldik ve nereye gidiyoruz? soruları, insanlık tarihi kadar eskidir. Felsefe bu temel sorulara, ‘önce kendini sonra doğayı ve nihayet evreni tanımaya çalış!’ şeklinde yanıt vermeye çalışır. İnsan türü varolduğundan beri kendisini tanıyarak, doğayı keşfederek ve evrene merak duyarak hayatta kalmayı başarmıştır. Belli bir gelişim evresinden sonra, kendisinin sosyal varlık olduğunu kavramıştır ve bir arada yaşamanın koşullarını, yeryüzünde iyileştirmeye çalışmıştır. Ancak birlikte yaşamanın en ideal, en mükemmel ve en üstün toplum arayışını da, her daim sürdürmüştür ve bu arayış hâla devam ediyor. İnsanlık badireler atlatarak, sancılı süreçlerden geçerek, önemli aşamaları başarabilmiştir.                                                                                                                        

“İnsanlıktan” kastımız, dünyada her gün üreten ve yaşam alanlarını canlı tutan, emek sınıfının gerçekliğidir ve en ideal toplum hedefine, ancak bu lokomotif güçle ilerleyebiliriz.
Bu yolculukta “sınıfsız bir toplum” özlemi, insanlık tarihinde hâla yerini korumaktadır. Kuşkusuz sınıfsız toplum, arkada kalan bütün kazanımların, değişimlerin ve gelişimlerin en yüksek aşaması ve dönüm noktası olacaktır. Ancak ışığa doğru ilerleyen toplumun son durağı da olmayacaktır. Orada bilgelik seviyesine erişerek, daha büyük sıçrama yaparak, bir gün ‘altın çağın’ kapısını çalacaktır.  

Sömürünün, sınırların, sınıfların, hiyerarşinin ve her türden tahakkümün ortadan kalkacağı bir dünya özlemi, insanlığın ortak değeri olmalıdır. Çünkü bugüne kadar ki bütün toplumlar tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir. Sınıflı toplumlar tarihi, aynı zamanda sınıflararası bölüşüm ve paylaşım savaşları tarihidir. Bir önceki sınıftan doğan yeni toplum, kavgayı ve sınıfları sonlandıramamıştır. Tam tersine çağın alt üst oluşuna göre kavga devam etmiştir. Üretim fazlasını ve bunu meydana getiren kaynakların ve değerin çoğunluğa göre paylaşılmaması, savaşların temel nedenidir. Dünyadaki baş çelişmede hâla böyledir.   Özetle sınıflar var olduğu sürece savaşlarda var olmuştur. Aynı soy ve etnik yapı, ya da daha büyük insan topluluklarını bir arada tutma ‘sanatı’ da, sınıfların varlığını önleyememiştir. 
İster kabile, kavim, ümmet veya en büyük örgütlenmenin yapısı devlet olsun; ister ortak dil, toprak, kültür ve iktisattan meydana gelen ulus olsun, ya da dini ve feodal karaktere sahip egemenlikler olsun, hepsi silah tekeline ihtiyaç duyarak sınıfları içerisinde ‘barındırmıştır’.

Sömürü temelinde sınıflara bölünmek, insan doğasından kaynaklanan bir şey değildir. İnsan varoluştan ‘bencil’ birey olsaydı, belki doğuştan itibaren yanlız gelişerek, bir başına evrim sürecini tamamlayabilirdi. Ama dünyalı yaşam insanların başka insanlara bağımlılığını dayatıyor. Bir bebek doğaya bırakılırsa ne sıcağa ne de soğuğa dayanır. İnsan dünyaya geldiği ilk andan itibaren, doğayla mücadele etmesini bilen yetişkin canlıya muhtaçtır. İnsanla hayvan arasındaki fark, üretim yapmasıdır. Doğal ortamdaki hayvan hâla avcı ve toplayıcıdır. Geçenlerde bir bilim dergisinde Şempanzelerin ‘el aletleri’ yapmaya başladıkları haberi, dikkat çekiciydi. Yani Şempanzelerde insanın peşinden geliyor ve evrim sürecinde sıçrama yapmaya hazırlanıyor olabilirler. Bir gün onlarda üretim ilişkilerine adım atabilir ve ‘sınıflara’ bölünebilirler. Belki bunlar yaşanırken insan sınıfsız topluma geçmiş olur.                                                       

İnsanların temel fonksiyonları ve duyuları doğa kanunu karşısında ‘eşitlik’ çerçevesinde değerlendirilebilir, ancak ayakları toprağa bastığı anda ‘eşitlik’ ortadan kalkıyor. Biyolojik açıdan canlıların başlangıcı aynı olabilir, ancak sosyolojik açıdan her son aynı değildir. Çünkü yaşamla ölüm arasında olacaklar önceden belirlenemiyor. Kadın erkek, güçlü zayıf, uyanık saf, çalışkan tembel, esmer açık tenli vs. gibi zıtlıklar, başlangıçla sonun arasında ‘eşitliğin’ yerini alıyor. Zıtların varlığı ve aynı zamanda bir birinin karşıtlığı ‘sınıfsal sömürü’ bakımından ayrı ele alınmalı. Çünkü zıtlar sınıf temelinde bir birini sömüremez, biri olmadan diğeri olmaz. Dolaysıyla ikisi eşit ağırlıkta olmalı. Ancak hayatın bir çok alanında iki çeşit insan karekteriyle karşılaşabiliyoruz. ‘Karakter’ dış dünyanın insanı şekillendirmesidir. Sorumluluk alan veya almayan. Öne çıkan ve geride duran. Becerikli ve beceriksiz. Ya da yönetmek isteyen ve yönetilmek isteyen gibi karakterler her toplumda karşımıza çıkıyor. Senci, benci ve bizci toplum özellikleri yine hayatın her alanında ortaya çıkıyor. Senci; “Sen daha iyi bilirsin, başımızdan eksik olma, sen olmazsan biz hiç bir şey yapamayız” toplumudur.                     

Benci; “Ben hepinizden her şeyi daha iyi bilirim, benim dediğim olacak, ben olmazsam siz hiçsiniz.” Bizci toplum ise; ortak aklın kollektiv güce dönüşmesidir. Bu üç özelliğin yanında toplumun çekirdeğini oluşturan yapı yine önemlidir. Çekirdeği aşiretlere, aileye veya bireye dayanan toplumlar kıtalara göre dağılmıştır. Örneğin merkezi Avrupa’daki kapitalist toplum ‘özgür’ bireylere dayanır.
Ancak bilimsel sosyalist açıdan analiz edildiğinde, toplumları meydana getiren özellikler üretim ilişkilerinden tespit edilir. Üretim araçlarının toplumsal mülkiyette olması, bütün toplumun refahı ve zenginliği demektir. Üretim araçlarının azınlığın elinde olması, toplumun yani çoğunluğun yoksul olması demektir. Sömürücü sınıflar örgütlü, disiplinli ve ittifak halinde olduklarından dolayı, sistemlerini sürdürebiliyorlar ve sermayenin siyasi partilerini iktidarda tutabiliyorlar. Üretici sınıflar dağınık, parçalanmış ve örgütsüz olduğundan dolayı, en büyük tarihi hatalarını yaparak kendilerini sömüren sermaye partilerine destek veriyorlar. Kendi sınıf çıkarlarını temsil eden öncü partiyi görmemeleri, sistemin labirenti içerisinde doğal bir durumdur. Çünkü devrim yapacak öncü parti, sistem içerisinde ‘seçilecek’ bir tercih değildir. Neticede sistem içerisinde ‘sisteme ben daha iyi hizmet ederim’ yarışı vardır. Öncü parti ise, sonu çıkmaz sokağa varan ‘yarış’ için, enerjisini harcamaz. Nihayet sistemin dışına çıkarak en büyük kuvveti biriktirip, üretim devrimine giden yolun belirleyicisi olacaktır.