22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İnsanın insansızlaşması ya da kabuğu kalkmış tarihsel yara

Ekrem Kahraman

Ekrem Kahraman

Eski Yazar

A+ A-

Uzunca bir süredir, felsefi bir kavram olarak “insan”ın gözle görülebilir ve aşırı bir biçimde “insansız”laşmaya yöneltildiği yepyeni ve tarihsel bir süreçte ilerliyoruz.

Bu öyle yakıcı, yıkıcı ve bir o kadar da vahşi bir süreç ki kavram olarak siyasetin siyaset, ahlakın ahlak, hukukun hukuk, bilginin bilgi, sanatın sanat, kültürün kültür vb. olmaktan çıkıp da kavramların, karşılıklı tarafların, cenahların, sözüm ona birbirine zıtmış gibi görülen ahlakların, yaşam anlayışlarının o bu şu demeden yerlerinden oynayarak tam da sözde karşı oldukları bambaşka zeminlere kaydıkları ve bu kaymaların çok kısa aralıklarla -her anlamda- yeniden yeniden ve farklı farklı hatta kontrast formatlarda, içeriklerde, çizgilerde, alanlarda sürekli bir biçimde altüst olduğu, neredeyse göz gözü görmeyen neo liberal küresel felsefi insani ve toplumsal bir kaos haline evrilmiş durumdayız bütün dünya olarak.

Yani bir varlık olarak tarihsel insan zaman içinde “maymun”laşma sürecinden tarihsel olarak uygarlaşarak insanlaşmaya başlaması da bu sürecin tıkanmasıyla birlikte neredeyse geriye doğru dönerek tıpkı öncesi kadar uzun ve karmaşık bir sürece geçtiği söylenebilir.

Bilindiği üzere sosyal ve siyaset bilimci ve Marks'ın yol arkadaşı Friedrich Engels insanın günümüzdeki anlamıyla ve gerçekte ancak Sanayi Devrimi'yle birlikte yepyeni bir sürece girerek insanlaşmaya başladığını ve bir kültürel varlık olarak öne çıktığını ileri sürer.

Engels her ne kadar çok doğru bir biçimde bu yönde bir saptamada bulunmuş olsa da aslında tarihsel olarak “insanın insanlaşması” devrimi de daha tamamlanmadan tıkanıp kaldığı görülüyor.

Çünkü hem Marks'ın hem Engels'in altını ısrarla çizmiş oldukları kapitalist modernite devriminin bir dizi kanlı sıçramadan sonra 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında tıkanmaya başlamasıyla sonu bir dünya savaşına giden yeni bir süreç ortaya çıktı doğal olarak.

Her fırsatta ısrarla söyleyegeldiğim gibi aslında esas olarak bir tür Aydınlanma devrimi olan modernite devrimi bu büyük ideolojik, siyasi, kültürel tıkanıklığı bir türlü aşamadığı için de bir felsefi kavram olarak insan, asıl özü olan “insani” kültürel ütopyalarından aşırı uzaklaşmaya başlayan yeni ve problemli bir sürece evrildi beklenmesi gerektiği gibi.

Araya giren iki büyük dünya savaşı ile hemen arkasından yükselişe geçen neo liberal küresel kapitalist sistem (emperyalizm) bu tıkanıklık sürecinin çaresizlik sendromlularını kendi tarihsel zamanında hem durumu ve olanakları aşırı istismar ederek hem de tepe tepe kullanarak tıpkı yeni estetikçi Alman felsefecilerden Anselm Jappe'nin “Beton: Kapitalizmin İnşası” kitabında da öne sürdüğü gibi mimari inşada esas olarak çimento “beton”un merkezinde durduğu teknolojiyi abartarak zamanla neredeyse geleneksel yaratıcı, özgün mimarilere son vermekte gecikmedi.

YAŞAMIN BETONLAŞTIRILMASINDAN BETONLAŞTIRILMIŞ İNSANA

“Beton”la birlikte bütün dünyada birden hemen hemen birbirinin aynısı binalar, yollar, caddeler, meydanlar, kentler, ülkeler ve kapitalist düzenin kendi küresel öz çevresini “betonlaşma” kavramıyla birlikte bir tür fabrikasyon “beton” kafalar düzenine sürüklediği söylenebilir.

Cazibesi ve olanakları yüksek bir malzeme olarak öne çıkan “betonlaşma” estetiğinin donuk monotonluğu giderek yapıların tekdüze estetiklerine, hatta giderek artık bir formüle indirgenmiş görünen tasarım estetiğine uygun modellemelere dönüşerek bir tür seri inşaatlaraa dönüşmesi aynı zamanda bu yapılar içerisinde yaşayan insanın da yeniden modellenmesiyle sonuçlandı aslında.

Bu her ne kadar bir üretme formatı olarak “fabrika” türü bir işletme modellemesi biçiminde gerçekleşmemiş olsa da hem toplumsal ve felsefi anlamda hem de sanat ve her tür tasarım olarak yeni bir insani betonlaşmayla sonuçlanacaktır giderek.

Buradan ilerleyerek bu tarihsel felsefi kültürel “betonlaşma”nın doğal olarak sanat kültür ve tasarım dillerinde de bir dizi betonsu donuk felsefi formsal ve kavramsal formatlara kavramsal içeriklere yol açarak insanı yeniden biçimlendirmeye yol açtı her tezahür edişiyle.

Bu hem inşaatta, hem ideolojide ve güncel siyasette, hem bilimsel ve teknik tasarımlarda hem de sanatsal kültürel alanlarda ortaya çıkan fiziki maddi “betonlaşma”, bir yandan da insani tarihsel değerler, ütopyalar, duyarlık, ahlak, sanat, kültür kanallarında da kültürel bir “betonlaşma”ya yol açtı ister istemez ve sonuçları ortada.

Bu alabildiğine kriz yüklü insanlık aşaması durumu 20. yüzyılın ilk çeyreğinde ünlü Ekim Devrimi'yle birlikte yeni bir yolu denemeye yeltenen Rusya'da bir süre sonra bir tür “kafa emeği” ile “kol emeği” çatışmasına, Aydınlama devrimi (modernite) ile bir üst aşamaya geçmeyi birkaç defa deneyen Avrupa'da ise çok geçmeden modern-postmodern hesaplaşmasına evrilecektir.

Böylece mimari inşa ve betonlaşma çıkmazının şu ünlü “son”lar teorileri film de dahil her tür yapısal görsel alanda aşırı biçimsel atraksiyonlara, bir tür sanatsal yeni formlar üretmekten uzaklaşan sentetik dekoratif yapılar formlar üretimine, edebiyatta ise sözde yeni bir “edep” kurmaya yönelik dil arayışları ve piyasalaşma kavramlarının egemen hale getirilmesiyle sonuçlanacaktır bilindiği üzere.

Öyle ya “modernizm tıkandı postmodernizm süreci başladı” ya da tarihin sonu, felsefenin sonu, ütopyanın sonu, insanın sonu, estetiğin sonu, kuramın sonu, sanatın sonu, insanın sonu vb. bir dizi “son”lar iddiasının göklere çıkarıldığı neo liberal süreçle başka nereye varılabilirdi ki zaten?

“Tarihin sonu” denilirken aslında başka bir tarihe, “felsefenin sonu” denilirken başka bir felsefeye, “ütopyanın sonu” denilirken neoliberal bir ütopyaya, “kuramın sonu” denilirken de aslında başka bir kuramlaştırma mecrasına doğru yeni ideolojik tasarımla karşı karşıyaydık aslında ve şimdi bunun geriye çevrilerek insanın aşırı bir biçimde insansızlaştırıldığı bir süreçteyiz ve bu henüz bu sürecin içinden geçmekteyiz.

Neredeyse bir yılını dolduracak olan ağır ve küresel korona salgını süreci ise küresel olarak bu her anlamda yakıcı, yıkıcı ve öldürücü sürece eklemlenmiş görünüyor ağırlıklı olarak yine son zamanlarda bu köşede sık sık sözünü ediyorum olduğu gibi bu sürecin başlangıcı da zaten insanlığı sarmış olan düşünsel ve kültürel korona salgınıyla gerçekleşti aslında.

Fakat artık yeni bir “son”a doğru ilerlediğimizin de farkında olanların arttığı bir süreç bu.

(Devam etmek istiyorum!)