İnsanlararası İlişkiler, Aşk ve Ölüm Üzerine 3 Öykü: Uzaktan
“Zaten bütün hayatımız bir ahtan başka nedir?” (sayfa 32)
Mehmet Rauf Kimdir? Hayatı ve Eserlerine Dair
Türk edebiyatının güçlü kalemlerinden Mehmet Rauf, 1875’te İstanbul’da doğuyor. İlk öyküsünü henüz 16 yaşındayken, Halid Ziya Uşaklıgil’in İzmir’de çıkardığı Hizmet gazetesinde yayımlıyor. Genç yaşlardan itibaren tiyatro ve edebiyata olan merakı onu üretmeye itiyor ve devlet memuru olmasına rağmen Servet-i Fünun gibi edebiyat çevrelerinde yer alacak zamanı kendine yaratıyor. Tevfik Fikret’in halası Ayşe Sermet Hanım’la evlenen Rauf, hayatının bir döneminde aşık olduğu kadından karşılık bulamayınca intihara kalkışıyor. Halid Ziya ve Hüseyin Cahit Yalçın’in son anda müdahale etmesiyle hayatı kurtuluyor. Meşrutiyet’in ilanından sonra yazmaya devam eden Mehmet Rauf, Türk edebiyatının ilk psikolojik romanı olarak anılacak olan “Eylül”ü yazıyor. Birçok eserinde ana tema olarak aşkı seçen ve çeşitli açılardan irdeleyen Rauf, 1926’da İstanbul’da felç geçirip, 1931’de vefat ediyor.
Genç Kız Kalbi, Ferdâ-yı Garâm, Böğürtlen, Define, Bir Aşkın Tarihi gibi romanlarına ek olarak onlarca öyküyle de edebiyatımıza değer katan güçlü simalardan bir olan yazarın Uzaktan adlı bu kitabı, Can Yayınları’nın Lacivert Klasikler Dizisi kapsamında yayımlanıyor. İhtizar, Uzaktan ve Hastayken adlı 3 öykünün yer aldığı kitap, yazarla tanışmak için ideal bir tercih olarak öne çıkıyor. İnsan ilişkileri, aşk ve ölüm eksenindeki öykülerle hemen her insanın başından geçen veya hayatında yer eden önemli konuları incelikli bir üslupla ele alarak başarılı bir şekilde işliyor.
Öykülere kısaca değinmek gerekirse eğer;
1. İhtizar:
"Ziyan edilmiş hayat! Evet, işte hep buydu. Bütün ara sıra tutulduğu o sebepsiz ağlama buhranı bundan geliyordu." (sayfa 14)
Kelime anlamı olarak “can çekişme” ifade ediyor “ihtizar”. Fakat bu can çekişme ilk anlamıyla değil, mecazi bir şekilde karşımıza çıkıyor öyküde. Genç bir kadının monoton evlilik yaşamına konuk oluyoruz. Evlendiği adamın annesiyle sürekli sorunlar yaşayan kadın, mutsuz bir hayat sürer. Bir türlü orta yolu bulup anlaşamadıkları gibi, kocasının da sürekli annesinin tarafında yer alması sebebiyle buhranlı günler geçirir. Artık bu duruma katlanamayan ve sevgi açlığı çeken kadın, bunu başka bir yerde aramaya çalışacaktır. Bu kişi, genç bir erkektir ve aralarındaki mektuplaşmalarda bir aşk filizlenir.
2. Uzaktan:
"Bana inanın ki bir aşkın yalnız ilk günleri vardır." (sayfa 43)
Bu öykü, Mehmet Rauf’un kendi hayatından izler taşıyor. Yukarıda da bahsettiğim gibi, yazar hayatının erken dönemlerinde Büyükada’da tanıştığı bir kadına âşık oluyor fakat ondan bir karşılık bulamıyor. Bu durum bir travmaya sebep oluyor ve Rauf intihara yelteniyor. Dostları tarafından kurtarılıyor ve bu sayede hayatına ikinci kez başlamış oluyor.
Öykü elbette bire bir aynı değil. Fakat yazarın çok güçlü bir aşk öyküsü anlattığını söylemek mümkün. Adalar vapurunda rastladığı kadına aşık olan bir gencin öyküsü bu. 23 yaşındaki bir erkeğin 30 yaşındaki bir kadına olan aşkı da diyebiliriz pek tabii. Bu tesadüfi karşılaşmalar yinelenirken ikili iletişim kurar ve bir aşka doğru yelken açılır. Aradaki yaş farkından olsa gerek, bu ilişki uzun soluklu olmaz. Belki de yaş farkı değil, fikirlerin ve dünyaların uyuşmamasıdır etken. Buna net bir cevap vermiyor yazar ve kararı okura bırakıyor. Hayatının geri kalanında bir daha mesut olamadığını söyleyen ve o büyük aşkı özlemle anan melankolik bir adamın cümleleriyle ete kemiğe bürünüyor aşk.
Özetle, hüzün dolu bir aşkın yeniden hatırlanması ve bir mektupla tekrardan hayat bulması duygu yüklü satırlar okumamıza neden oluyor.
3. Hastayken:
"Şimdi bütün kabahati hayata buluyor, insanlar için bu haller kader olduktan sonra tek çarenin tahammül olduğunu düşünüyordu." (sayfa 51)
Bu öyküde hasta bir adamın psikolojisine odaklanıyor Rauf. Bu yönüyle Peyami Safa’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu adlı romanını getiriyor akıllara. Şunu da eklemek gerekir ki, Mehmet Rauf bu öyküsü 1899-1900 yıllarında yazarken, Peyami Safa’nın romanı 1930’da yayımlanıyor. Benzer bir temanın daha önce işlenmiş olması ilginç bir durum ortaya çıkarıyor. Türk edebiyatının en güçlü romanları arasında sayılan Dokuzuncu Hariciye Koğuşu okunmadan önce bu öyküyü okumak daha iyi olabilir.
Öyküdeki hasta adam evlidir ve ölümü beklemektedir. Fakat ölüm kavramı onun için farklı bir anlam taşır, somut bir ölüm değildir onun beklediği, soyuttur. Sebebi ise hayatını birleştirdiği kadına olan aşkıdır. Fakat hastalanması ve yatalak olması eşinin ona gösterdiği ilginin azalmasına sebep olur. Ya da belki içinde bulunduğu psikolojinin etkisiyle o öyle sanır. Bu çelişkiyi netliğe kavuşturmuyor yazar ve yorumu yine bize bırakıyor. Kendi ölümünden sonra eşinin başkasıyla birlikte olacağı gibi farklı düşünceler içine girerek kendisini daha fazla üzüyor ve eşinin zihnini okuduğunu düşünerek bir an önce ölmesini dilediğini tahmin edip acı çekiyor. Onunkisi bir garip yaşama tutunma çabasıdır aslında.
Mehmet Rauf'u Eylül, Genç Kız Kalbi gibi romanlarıyla tanıyıp sevmiş olanların bu kısa öykülerle yazarın öykücü kimliğini de tecrübe etmeleri gerekir. Hiç tanışmamış olanlar içinse kısa ve iyi öykülerden oluşan bu kitabı seçmek isabetli olacaktır.
Keyifli okumalar dilerim.
“Zaten bütün kusurumuz saadet elimizdeyken kadrini bilmemekten başka nedir?” (sayfa 20)