İnsanlığın en büyük yenilgilerinden biri: Ruanda
Avrupalıların döktükleri kandan, bölücülüklerinden, kurnazlıklarından nasibini alan bir başka Afrika ülkesi de Ruanda. Başkenti Kigali olan Ruanda ya da resmî adı ile Ruanda Cumhuriyeti, Afrika kıtasının orta bölümünün doğu kısmında yer alan ve denize kıyısı bulunmayan bir ülke. Ülkenin sınır komşularını (Kuzeyden saat yönünde ilerlendiğinde) Uganda, Tanzanya, Brundi ve bir kısmı Kivu Gölü ile olmak üzere Kongo DC oluşturmaktadır.
1890 yılından itibaren 1. Dünya Savaşı sonuna kadar uluslararası hukuk kapsamında Alman Doğu Afrika’sının bir parçası konumundaydı yani sömürgesiydi. Belçika orduları, I. Dünya Savaşı'nın devam ettiği bir dönemde Almanları herhangi bir direniş ile karşılaşmadan bölgeden uzaklaştırarak Ruanda ve Burundi'yi işgal etmişlerdi. I. Dünya Savaşı'nın sona ermesi ile günümüzdeki Ruanda'nın olduğu bölge tümüyle Milletler Cemiyeti manda bölgesi olarak Belçika'ya bağlanmıştı.
Yönetimi ele alması ile bir önceki Almanya sömürge döneminin aksine varlığını tüm alanlarda kesin bir şekilde hissettiren Belçika sömürge yönetimi, 1933 yılından itibaren ırk ayrımını devreye almış, belirlenen dış özellikler ile yaşam biçimlerine göre ırklara ayırdığı halka kimlik kartlarını da buna göre dağıtarak yapay olarak farklı sınıflar yaratmıştı. Kısacası Belçika ülkedeki iki kabileyi (Hutu ve Tutsi) karmaşa yaratmak, kan dökmek yani birbirine düşürmek için bu kurnazlığı kullanmıştı. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu görevlisi olarak Afrika’da görev yapan, cinsel eşitlik konusunda teknik uzman Meltem Ağduk şöyle anlatıyor Ruanda’yı:
1 MİLYON KİŞİNİN KANI NE KADAR TEMİZLESEN DE TEMİZLENMEZ
“O kadar temiz ki, hani çıplak ayak yürü ayağından yol kirlenir, ayağın değil. Adeta bal dök yala. Toz mu? Vallahi zerresi yok. Yemyeşil. İnsanlar güler yüzlü, her an yardım etmeye hazır. Fransızcadan İngilizceye dönmüşler, herkes iyi kötü İngilizce konuşuyor. Her ayın ilk miydi son hafta sonu muydu hatırlamıyorum ama her ay tüm ülke ülkelerini temizliyorlar. Şaka değil herkes elinde süpürge ve su mahallesini sokaklarını evlerini baştan aşağı temizliyorlar. Bu kadar pürüzsüz temizlik neyin sonucu acaba derken Soykırım müzesine gidiyorum.
1994 yılında çok kısa bir süre içinde katledilen 1 milyon kişinin kanı ne kadar temizlesen de temizlenmez ama uğraşıyorlar. Hutu’lar Tutsi’leri katlediyor. Birbirleri ile iç içe olan toplum, komşular, birbirini öldürüyor: (Aslında geliyorum diyor soykırım, hem de yıllar öncesinden…) Önce Almanlar, sonra Belçikalılar kolonize ediyor ülkeyi ve ilk defa onlar ayırıyor insanlarını…tam bir kafatasçılıkla. Hatta 1932’de 10 taneden az ineği olanları Hutu ondan fazla ineği olanları Tutsi diye yazıyorlar kayıtlara!
KIŞKIRTMA, ÖTEKİLEŞTİRME
Sonra da kışkırtma başlıyor. 19.yüzyılın sonundan itibaren hep bir katliam var. 1990’lara gelindiğinde medyanın da desteği ile ötekileştirme son boyutta ve 1993 yılında UNAMIR’in başına gelen Romero Dallaire defalarca Birleşmiş Milletlere ve New York’a mesaj yolluyor. “Burada kötü şeyler olacak bir avuç barış gücü askeri var, bana en az 5000 asker gerek” diyor. Birleşmiş Milletler ve Kofi Annan yani Dünya kulaklarının üzerine yatıyor yani kan dökülmesini istiyor.
“Mahşer günüydü” diye anlatıyor tanıklık edenler, bizler de o mahşer gününün filmini, belgeselini izleyebildik ancak…İnsanlığın en büyük yenilgilerinden biri RWANDA…Soykırım müzesinin hemen arkası aynı zamanda mezarlık. (Kalbimi kocaman bir el tuttu sıktı sıktı ve sıktı, bir de böyle Saraybosna’dan Mostar’a giderken her evin bahçesindeki mezar taşlarını gördükçe hissetmiştim).
Kigali, Rwanda’nın başkenti, öyle temizdi ki…” Teşekkürler Meltem…