Irak’ın işgalinden Ukrayna çıkmazına Fransa (2)
Avrupa ülkeleri ne Soğuk Savaş döneminde ne sonrasında ve ne de bugün, dünyada yaşanan saflaşmalarda bir odak olamadı. Bunun başlıca nedeninin, başta Almanya ve Fransa olmak üzere Avrupa ülkelerinin NATO tarafından denetim altına alınması ve ABD yanlısı bir dış politika izlemeleri olduğunu geçen haftaki yazımızda ifade etmiştik.
Yaşlı kıtanın NATO üyesi ülkeleri ABD’nin peşine takılarak Atlantik cephesinde yer aldı ve almaya devam ediyor. Elbette Avrupa’nın bütün ülkeleri aynı derece ve yoğunlukta ABD’nin dümen suyuna girmedi; Atlantik kendi içinde her zaman ayrışmalar yaşadı. Örneğin de Gaulle’ün Fransa’sı NATO’yu ülkesinden kovdu. Son 10 yılda Almanya, Fransa’nın aksine Libya saldırısına katılmadığı gibi Suriye krizinde temkinli, hatta Rusya ve Çin’e dolayısıyla Avrasya’ya yönelen bir tutum izledi. Bu iki ülkenin Rusya ile ilişkileri de inişli çıkışlı oldu. Macaristan Orban ile Rusya dostu bir çizgi izledi. Son olarak buna Meloni’nin İtalya’sı eklendi. Örnekleri çoğaltabiliriz.
Tek tek Avrupa ülkeleri içinde de yenilen bir güç olan ABD ve NATO’nun bu ülkeleri felakete sürüklemesine karşı çıkan partiler güçlenerek siyaset sahnesine çıkmaya başladı. Fransa’da Marine Le Pen’in Ulusal Birlik partisi ve Almanya’da Almanya İçin Alternatif Partisi AfD gibi.
Avrupa’nın Atlantik serüvenini Fransa bağlamında değerlendirmeye devam ediyoruz.
SARKOZY İLE FRANSA YENİDEN NATO’YA DÖNDÜ
Fransa, Sarkozy’nin Cumhurbaşkanlığı döneminde 43 yıl aradan sonra NATO’nun askeri kanadına yeniden döndü. Sarkozy, 6-8 Şubat 2009 tarihleri arasında yapılan Münih Güvenlik Konferansı’nda, AB yöneticileri ve ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’in önünde yaptığı konuşmada “ABD ile dostluğa bağlıyım, ama bu dostluk bağımsız müttefikler arasındaki dostluktur… Atlantik İttifakı kararların konsensüsle alındığı egemen uluslardan oluşan bir ittifaktır… Barış zamanında hiçbir Fransız askeri gücü sürekli olarak NATO’nun komutasında olmayacaktır… NATO’nun stratejisini yeniden ele almanın zamanı gelmiştir.” diyerek “NATO’nun Avrupalılaştırılmasını” savundu. Atlantikçi basın Fransız kamuoyuna “Sarkozy’nin Süper güç Amerika’ya karşı tavır aldığı” yönünde yayınlarla algı operasyonu yaptı.
Daha sonra görüleceği gibi Sarkozy, 5 yıllık cumhurbaşkanlığı döneminde (2007-2012) giderek sırtındaki de Gaulle yükünden kurtulacak, NATO’nun “Avrupalılaştırılması” gibi sözlerinin bir cafcafadan ibaret olduğu görülecek ve ABD’nin projelerinde roller üstlenecektir. Afganistan, Fildişi Sahilleri, Libya ve en son Suriye’ye saldırıda ABD’nin yanında saf tutacaktır.
SOSYAL DEMOKRAT HOLLANDE SARKOZY’DEN DAHA NATO’CU
2012’de cumhurbaşkanı seçilen François Hollande, daha gerçekçi bir dünya tahlili yapan, Asya’nın yükselişini gören, Çin ve Rusya ile işbirliğini savunan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi Beyaz Kitap-2008’i 2013’te Atlantikçi bir bakış açısıyla yeniden hazırlattı.
Beyaz Kitap-2013, Fransa’nın ABD ve NATO ilişkisini şöyle açıklıyordu:
“Fransa, ABD ile iki yüz yıllık bir ilişkiye sahip ve bu ilişki Atlantik ittifakıyla (NATO) kurumlaşmıştır. ABD, Kanada ve Avrupa derin değerlere ve çıkarlara sahip bir topluluktur ve Fransa Yugoslavya, Afganistan ve Libya müdahalelerinde olduğu gibi NATO operasyonlarında aktif bir şekilde yer aldı… Atlantik ittifakı Fransız savunma politikasının bir ayağıdır… Fransa, güçlü bir Atlantik ittifakının Avrupa’nın çıkarlarına hizmet ettiğine inanmaktadır”. Hollande, Fransa ulusal güvenlik ve savunma stratejisini NATO çerçevesinde oluşturmuştu. Bu strateji, Fransa’yı kaçınılmaz olarak Avrasya ekseninden uzaklaştırarak, başta Çin olmak üzere Avrasya’yı tehdit olarak gören ABD ve İngiltere’nin başını çektiği saldırgan kampın yanına itti.
Hollande’ın Fransa’sı Libya’da olduğu gibi Suriye’de de ABD’nin koç başı rolünü üstlenmiştir. Fransa, Suriye’ye karşı askeri müdahaleyi savunanların başında geliyordu. Hollande, “Esad’ın kendi halkını katleden bir katil olduğunu, bölgede barışı tehdit ettiğini ve bir an önce gitmesi gerektiğini” belirtiyor ve Esad’ın “Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanmasını” savunuyordu. Suriye’de cihatçı teröristler “ılımlı muhalefet” olarak görülüyor, silahlandırılıyor, eğitiliyor ve liderleri Elysee Sarayı’nda ağırlanıyordu.
Hollande, Afrika’da da ABD ile birlikte hareket ediyordu. Afrika’da gelişen Çin’in önünü kesmek için Fildişi Sahili’nde başlayan saldırılarını Libya’da sürdürdüler. Mali ve Orta Afrika’ya yapılan askeri harekatlar bu stratejinin devamıydı.
14 Şubat 2014 tarihli Le Monde gazetesinin editoryal yazısı önemli bir noktaya dikkat çekmişti: “ABD-Fransa ilişkilerinin en iyi olduğu dönemler sosyalistlerin (Sosyal demokratların) iktidarda olduğu dönemlerdir.”
İkinci Dünya Savaşı’ından sonra ABD-Fransa ilişkilerinde iki ekol oluşmuştu: De Gaulle’ün Amerika ve NATO karşıtı tutumu ve sosyal demokratların Amerikancı tutumu. Son 30 yılda bunu net olarak gördük. Mitterrand’ın ABD’nin 1991 Irak işgalini desteklemesi ve De Gaulle’cü geleneğin son temsilcisi Chirac’ın 2003 Irak işgaline karşı çıkması gibi. De Gaulle’cü gelenek Sarkozy ile sona ermiş ve nihayet Mitterrand’ın çizgisini izleyen Hollande ile birlikte ABD-Fransa ilişkileri Fransız basınının deyimiyle tekrar büyük bir “aşk”a dönüşmüştü.
Fransa, sosyal demokrat iktidarla birlikte ABD’nin yörüngesine girmiş ve İngiltere’den sonra ABD’nin Avrupa’daki en yakın müttefiki konumuna gelmişti.
“Irak’ın işgalinden Ukrayna çıkmazına Fransa” konusunu yazmaya devam edeceğiz. Yazımızın üçüncü bölümünde, iflas eden Sarkozy-Hollande çizgisinin bileşimi ile siyaset sahnesine sürülen Emmanuel Macron’un Atlantikçi ve NATO’cu politikalarını ele alacağız.