İran’la ‘iş’ler iyi gitmiyor
Tarih: 2013 sonbaharı.
Bir İranlı diplomatla sahbetteyiz.
Konu: Tayyip Erdoğan.
Benim derdim eleştirmek. Özellikle ABD’yle ilişkileri açısından.
Muhatabım elbette farklı. Tek tek eleştirilerime katılıyor.
Fakat: İş, toplam sonuca gelince duruyor.
Kapıyı kapatmıyor Erdoğan’a.
Hatta bir ara neredeyse öfkeleniyor.
Kestirip atıyor: “Boşuna konuşuyorsunuz. Tayyip Bey’i Kemalistlerin ayağının altına atmayacağız.”
***
Tarih bu kez: Haziran 2014.
Suriye’nin başkentindeyim.
Muhatabım yine bir İranlı.
Bana fısıldanan: İran’ın Suriye’deki tepe birkaç isminden biri.
Erdoğan’ı da konuştuk elbette.
***
Dönüşte Erdoğan’la ilgili söylenenleri yazdım.
“Ağır sözler bekliyorsunuz. Fakat temkinliler.
Erdoğan’ın geri adımlar attığı inancındalar
Bir: ‘Artık Esad gitsin, gidecek demiyor.’
İki: ‘Türkiye sınır geçişlerini kısıtladı.’
İtiraz ediyorum: Kuzeydekiler nereden geliyor?
‘Tek geçiş güzergahı Türkiye değil.’
Özet: Tahran, Erdoğan’a yeni bir kredi açmış görünüyor.” (9.6.2014).
***
Bundan 15 gün sonra Tahran’a gittim.
Bölgeyi ve Erdoğan’ı konuştum yine.
İranlı muhataplarım da eleştireldi.
Fakat: Bir başka faktöre dikkatimi çektiler.
Malum: İran ambargo kıskacındaydı.
Erdoğan’ın ataklığı “iş” yapıyordu.
***
Dediklerinden çıkardığım şuydu.
Evet: Suriye’de Türkiye’yle neredeyse hasım konumdaydılar.
Fakat: Ambargonun etrafından dolaşmalarında Erdoğan’ın rolü vardı.
Tahran bir tür “vefa” içindeydi.
Suriye’yi ve ikili ilişkileri ayrı tutuyorlardı.
İniş-çıkışlarla İran’ın pozisyonu böyle sürdü. Son aylara kadar.
***
Dönüm noktası, 24 Ağustos 2016 oldu.
Türkiye Fırat Kalkanı harekatını başlattı.
Düşünemeyeceğim kadar sert oldu Tahran’ın tepkisi.
İran medyası resmen “işgal” edebiyatındaydı.
Tavırları: Asıl muhatap Suriye’den bile keskindi.
Irak’taki Başika kampı krizi bu ortamda gelişti.
***
İran tarafının bir kızgınlığı daha vardı.
Türkiye, Fırat Kalkanı’nın tarihini İran’dan gizlemişti.
Her şey Rusya üzerinden götürülmüştü.
Ankara, Tahran’a güvenemedi diye açıklandı sebebi.
Güvensizlikte duygular karşılıklıydı.
İran da Türkiye’ye güvenmiyordu.
***
Bir anlamda Türk-Rus ittifakı kurulmuştu.
Suriye politikasını ikisi belirlemeye başlamıştı.
Görüntü: İran dışta bırakılmış gibiydi.
Diğer bir sebep: İran, Türkiye’nin Suriye’de kalıcı olmasından endişeleniyordu.
Bu yüzden: Türkiye ve Rusya Suriye’de ateşkes başlattılar. İran geride durdu.
***
Donald Trump göreve başladı (20.1.2017).
AKP bir tür gerilim politikasına geçti.
Hem de ittifak yapacağımız komşularımıza karşı.
İlk işareti Erdoğan verdi.
Körfez seyahatinde Bahreyn’de konuştu (13.2.17).
İki vurgu yaptı.
Bir: Fars milliyetçiliğiyle mücadele edilmeliydi.
İki: Çünkü, bölgede bölücü rol oynuyordu.
***
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu sürdürdü.
Münih Güvenlik Konferansı’da konuştu. Hedefte İran vardı yine.
“İran, Suriye ve Irak’ı iki Şii devleti haline getirmeye çalışıyor. Bu çok tehlikeli. Bu eğilime son vermeli, bölgede güvenlik ve istikrar ancak o şekilde sağlanır” (19.2.17).
***
İran cenahından cevaplar geldi. Hem de peş peşe.
İran Dışişleri Bakanı Sözcüsü Behram Kasımi: “Türkiye konusunda sabırlı davranıyoruz ancak sabrımızın da bir sınırı var” (20.2.17).
Bu söz Türkiye’de hemen ve sık kullanılır. Sıradanlaşmıştır.
Fakat diplomaside “ağır” bir ifadedir.
Sonraki adım “operasyon” dur.
***
Ardından iki ağır top devreye girdi.
Dışişleri Bakanı Muhammet Cevat Zarif: “Türkiye hükümetindeki dostlarımız İran’ı mezhepçilikle suçluyorlar.”
“Onlar, acaba Şii olmayan hükümetleri (AKP) için darbe gecesi sabaha kadar uyumadığımızı hatırlamıyor mu?”
“(Erdoğan’ı kastederek) ... kadir bilmezler” (22.2.17).
Burada önemli bir not: İran tarafının el altından bir iddiası var.
Onlara göre: “Tayyip Erdoğan ve ailesi, darbe gecesi bir süre Tahran’da misafir edildiler.”
Bugüne kadar yazmadım. Maddi olgulara uymadığı için.
***
Diğeri Ali Ekber Velayeti.
Dini lider Ali Hamaneyi’nin dış politika danışmanı.
O daha ağır konuştu. Türkiye’yi Irak ve Suriye’den “zorla” çıkarmaktan söz etti:
“İzinsiz ve davetsiz bu iki ülkeye girenler buralardan çıkmalılar. Ya kendileri çıkar ya da Irak ve Suriye halkı onları çıkarır” (22.2.17).
***
Yazı fazla uzadı. Tespitlerimi kısaca özetleyeyim.
Bir: Yaşananlar bir krizdir. Hem de derin bir kriz.
Kanaatimce bu kriz iyi yönetilemedi.
İran cenahına da defalarca söyledim: İki taraf da hatalı gidiyor.
***
İki: Bölgedeki hiçbir ülke, kimsenin arka bahçesi değildir.
Kimse bir diğerine saha kapatmaya kalkmamalı.
Her ülke kendi halkına ve meşrû hükümetine aittir.
***
Üç: Türkiye, Suriye’de yanlış başladı.
Şimdi düzeltmeye çalışıyor.
Fakat, Suriye ile açık ilişkiden kaçınıyor.
Gelişmeler o kadar nazik ki, dolaylı yürümez.
Her şeyden önce Türkiye’nin milli stratejisine zarar veriyor.
***
Son söz: Türkiye ve İran hasım değil, ortaktır.
Taraflar hızla masaya oturmalı.
Umarım: Erdoğan’ın nisandaki Tahran ziyareti bir vesile olur.